Sahibinin elinden rızası olmadan çıkan bir şeyi, iyiniyetli 3. şahıs bir açık artırmadan, pazardan veya bu gibi eşyayı satan bir kimseden iktisap ederse asıl mal sahibinin gerek bu şahıs, gerekse daha sonraki müktesipler aleyhinde açacağı iade davasını kazanabilmesinin bir şarta bağlandığı; böyle hallerde, iyiniyetli 3. şahsın bu malı iktisap etmesi için verdiği bedelin, iadeyi isteyen davacı, yani asıl mal sahibi tarafından ona iade edilmesinin gerekeceği, eğer bu şart yerine getirilmezse, yargıcın, asıl mal sahibinin açacağı iade davasını kabul edemeyeceği-
Bir kaydın uygulanabilir olmasının, en az üç sınırın bilinmesi diğer bir anlatımla, sınırlarının geometrik bir şekil oluşturması ve bu sınırların arazide saptanması ile mümkün olacağı, oysa; emlak beyanlarında sınırlar olmadığından taşınmaza uygulama olanağı kuşkulu olup, her zaman başka taşınmazlara uygulama olasılığının mevcut olacağı, bu nedenle, emlak beyanına mülkiyet hakkını sınırlayıcı sonuçlar doğuracak biçimde kesin delil olarak değerlendirmenin olanaklı olmayacağı, 1319 sayılı Yasa; beyanda bulunmayana bir cezai yaptırım öngörmediğinden, kişi beyanda bulunmasa bile, mülk edinme koşullarının varlığını kanıtlaması durumunda her zaman taşınmazın adına kaydedilmesinin olanaklı olacağı, o halde, yasalara saygı duyarak vergi, vergi vermeyi tercih eden kişinin hukuki durumunu, hiç vergi beyanında bulunmayan kişilere göre daha zor duruma getirmenin adalet ve hakkaniyet ilkeleriyle de bağdaşmayacağı, kaldı ki, emlak beyanlarının mutlak bağlayıcı bir delil kabul edilmesi durumunda, taş
Medeni Yasanın 931. maddesinde sözü edilen iyiniyetin, aynı yasanın 3. maddesi hükmünde deyimini bulan subjektif iyiniyet olduğu, halin icaplarına göre, kendisinden beklenen özeni (ihtimamı) göstermeyen kimsenin, iyiniyet iddiasında bulunamayacağı, Yasanın, iyiniyeti korurken, iyiniyete dayanan kimsenin özen borcunu da gözardı etmediği, yani, gereken özenin gösterilmesi, kaydın yolsuzluğunun anlaşılabilmesine olanak veriyor ise, o takdirde, iktisabın korunamayacağının tabii olacağı, tapuda kayıtlı bulunan bir taşınmaz malı iktisap eden kimseye karşı MK.nun 931.maddesinde öngörülen iyiniyet kurallarına aykırılık nedeniyle açılan tapu iptali davalarında, dava açma iradesinin iktisabın kötüniyete dayalı olduğu iddiasını da taşıyacağı, kaldı ki öyle olmasa bile, buradaki kötüniyet iddiasının hukuki mahiyeti itibariyle itiraz niteliğinde bulunacağı ve bu nedenle de yargılama sona erinceye kadar iddia ve savunmanın genişletilmesi yasağına tabi olmadan her zaman ileri sürülebileceği-
Ortak yerlerin kullanımının, bazı bağımsız bölüm maliklerine özgülenmesinin bu bağımsız bölüm sahiplerine ayni bir hak bahşetmeyeceği, başka bir deyişle diğer kat maliklerinin bu ortak yerlerdeki mülkiyet hakkını ortadan kaldırmayacağı, kat irtifakı veya kat mülkiyetinin kurulduğu tarihteki malik veya malikler tarafından düzenlenip imzalanarak tapuya verilen yönetim planı, bütün kat malikleriyle bunların külli ve cüz’i haleflerini bağlayan bir sözleşme niteliğinde olup, yasalara aykırılık teşkil etmediği takdirde, bunun herhangi bir hükmünün değiştirilmesinin veya iptali yetkisinin kat malikleri kuruluna ait olacağı-
Vakıf şerhinin yasal bir takyit olduğu, niteliği itibariyle 3402 sayılı Kadastro Kanununun 12/3 maddesinin bu davalarda uygulanmayacağı, önceki davanın nedeni farklı olduğundan kesin hükümden de söz edilemeyeceği, taviz bedeli ödenmedikçe vakıf şerhinin kaldırılamayacağı, şu duruma göre, geldi kayıtlarında yer alan ve tedavüller sırasında intikal ettirilmeyen şerhin yeniden konulmasına karar verilmesi gerekeceği-
Son kayıt malikinin, önceki kayıt malikinin torunu ve miras bırakanın ölümünden sonra taşınmazı haricen davacıya satan kişinin oğlu olması nedeniyle, «durumu bilen ve bilmesi gereken kişi» konumunda olduğundan «iyiniyetli» kabul edilemeyeceği–
Her ne kadar yerel bilirkişi ve tanıklar, taşınmazın mera olmadığını bildirmiş iseler de, eski tarihli belirtmelik, norm kararı ve eylemli durum karşısında yerel bilirkişi ve tanık sözlerine değer verilmemesi gerekeceği, öncesi mera olan bir yerin yetkili mercilerce niteliği değiştirilmedikçe kazandırıcı zamanaşımı ve zilyetlik yoluyla kazanılmasının mümkün olamayacağı, taşınmazın niteliği gözetilerek davanın reddine karar verilmesi gerekeceği-
Görev yönünden yapılan bozmaya ilke olarak hakim olan düşüncenin, katılanın davasını ayırmayı gerektireceği, ayırma kararı verilmesi durumunda, katılanın davası tescil istemini de kapsadığından dosyanın görevli genel mahkemeye gönderilmesinin gerekeceği, bu halde de kadastro mahkemesindeki dava sonucuna göre tapu sicili oluşuncaya kadar genel mahkemeye devredilen davanın konusunu oluşturacak tapu iptali ve tescil davasında husumet ve iptali istenen tapu kaydı yönünden belirsizliğin ortaya çıkacağı, genel mahkeme kadastro mahkemesindeki davanın sonuçlanıp kesinleşmesini ve tapu sicillerinin oluşmasını beklemek zorunda kalacaktır ki bu sonucun usul ekonomisi ve bir tasfiye yasası olan Kadastro Yasasının temel amacı ile bağdaşmayacağı-
Paydaşlar arasındaki elatmanın önlenmesi davalarında öncelikle tüm paydaşları bağlayan harici bir taksim sözleşmesi ve özel bir parselasyon plânının olup olmadığı veya fiili kullanma biçiminin oluşup oluşmadığı üzerinde durulması, varsa çekişmeli yerin kimin kullanımına terk edildiğinin saptanması gerekeceği–
MK. 713’e dayalı tescil davalarında usulî müktesap hak -