İşin, asıl işverenin işyerinde yapılmış olmasının muvazaa iddiasının kabulünün delili olamayacağı, zira taşeronların aldıkları işleri asıl işverene ait işyerinde yapıyor olmaları halinde, bu yerlerin alt işverenler yönünden de işyeri anlamını taşıyacağı, bu gibi durumlarda fiziki olarak tek olan yerlerin hukuki bakımdan hem asıl işverenin, hem de alt işverenin işyeri sayılacağı, alt işveren (taşeron) işçilerinin asıl işverenin taraf olduğu toplu iş sözleşmesinden, asıl işverenle aralarında hizmet akdi bulunmadığı için yararlanmasının mümkün olmadığının Yargıtay’ca kabul edildiği, esasen anılan sözleşmeden taşeron işçileri yararlanabilecekleri kabul edilseydi dava konumuzda olduğu gibi muvazaa iddiasında bulunulmasına gerek kalmayacağı, ayrıca davacının yararlanmak istediği asıl işveren davalının taraf olduğu TİS’nin tarafı yetkili işçi sendikasının belirlenmesi safhasında taşeron işçileri ve bu arada davacı çalışan işçi sayısının içerisine alınmayacağı, açıklanan bu nedenlerle; davalı
İşçi, muvazzaf askerlik hizmetine çağrıldığında akdin feshi zorunlu olmayacağı, taraflar anlaşırlarsa akdin askerlik boyunca askıda kalması ve böylece askerlik nedeniyle kıdem tazminatı problemiyle karşılaşılmamasının öngörüldüğü, gelen sevk çağrısı üzerine akdin feshi ve akabinde de askere sevk olunma durumunda muvazzaf askerlik dolayısıyla feshin bulunduğunun kolayca söylenebileceği, ancak, hizmet akdinin işçi tarafından muvazzaf askerlik gerekçe gösterilerek feshedilmesi ve fakat aradan uzun zaman geçtiği halde işçinin hala askere sevk edilmemesi halinde aynı şeyin söylenemeyeceği, makul bir sürenin varlığı halinde feshin, muvazzaf askerlik dolayısıyla yapıldığı intibaının kesilmemiş olacağı-
Davacının 21.01.1990 tarihinde iş kazasına maruz kalmasına karşın beden gücü kayıp oranının uzun yıllar sürüncemede bırakılarak sonuçta Zonguldak Sosyal Sigortalar Hastanesinin 20.6.2000 günlü raporu ile saptandığı, şu duruma göre davacının kesin maluliyet oranına göre, dava açma hakkının bu tarihten başlaması gerekeceği-
Davacı işçinin kıdem tazminatı isteminin reddine ilişkin yerel mahkeme kararının, -en az bir yıl süre ile çalışma koşulu gerçekleşmediğinden- sonucu itibariyle doğru olduğu, ne var ki, feshin haksız nitelikte olduğu toplanan kanıtlarla anlaşılmış olduğundan davacının ihbar tazminatı isteminin hüküm altına alınması gerekeceği-
Protezin yitirilmesi olayının protezi gerektiren maluliyete sebep olan iş kazası ile sebep-sonuç ilişkisi bulunmadığından işverene herhangi bir kusur ve sorumluluk yüklenmesinin mümkün olmayacağı, ne var ki, davalı bu durumu öne sürmeksizin dava dilekçesini aldıktan sonraki ilk celseden önce ana parayı kurum veznesine ödediğinden bu olgunun davacı yararına kazanılmış hak durumunu oluşturacağı, bu nedenle davalının ana paranın fer’ilerinden olan faiz ile yargılama giderleri ve vekalet ücretinden sorumlu tutulmasının hukuka uygun olacağı-
Sigortalıda oluşan sürekli iş göremezlik oranının, sigortalıya bağlanan peşin sermaye değeri ile tazminatın miktarını doğrudan etkilediği, somut olayda, davacıda mevcut sürekli iş göremezlik oranının 5.6.1994 tarihinde kontrol edileceğinin gelir bağlama kağıdı içeriğinden anlaşıldığı, hal böyle olunca, sigortalıya bağlanacak gelir ve hükmedilecek tazminatın miktarını doğrudan etkilemesi nedeniyle işçide oluşan meslekte kazanma güç kayıp oranının hiçbir kuşku ve duraksamaya yer vermeksizin saptanması gerekeceği-
Davacının işyerindeki çalışmaları işe giriş bildirgelerine, aylık ve üç aylık bordrolara dayanılarak Kuruma kısmi olarak bildirildiği ve bildirime uygun olarak da primlerinin ödendiği, öte yandan işe giriş bildirgesinin ve bordroların davacı çalışmalarının işyerinde kesintili geçtiğinin karinesi olduğu, karinenin tersinin ise eşdeğerdeki belgelerle kanıtlanması gerektiğinin söz götürmeyeceği, başka bir anlatımla yazılı belgelerin varlığı halinde tanık sözlerine itibar edilemeyeceği-
Başlangıçta üç yıl süreli olarak düzenlenmiş olan hizmet akdinin dosya içeriğine göre aynı şartlarla fakat bir yıl için uzatılmış sayılması gerekeceği, zira davalı işverenin üç yıllık süreden sonraki dönem için işçinin çalışmasına devam etmesini istediği, bu durumda bakiye süre olarak üç yıldan sonraki bir yılın çalışılmayan bölümünü dikkate almak ve buna göre Borçlar Kanununun 325. maddesi uyarınca tazminat hesabının yapılması gerekeceği-
Kaçak işçi çalıştırma ve prim kaybına yol açmak gibi bir durum söz konusu değilken sırf yazılı başvuruda bulunmadığı gerekçesi ile davacının yaşlılık aylığının kesilerek aylarca aylıktan yoksun bırakılmasının yasaya ve adalete uygun düşmeyeceği, Kurumun böyle bir durumda yapacağı işlemin, iştirakçilerinin Anayasal Sosyal Güvenlik haklarını hatırlatma ve onları bilgilendirme görevini ifa ederek iştirakçisinin 63. madde yönünden tercihini belirlemesi için uyarmak veya ödenen primlerden Sosyal Güvenlik Destek Primi karşılığını bloke ederek, fazlasını, iade etmekten ibaret olması gerekeceği, bunun aksine bir uygulamanın, hem Anayasal Sosyal Güvenlik ilkesinin özüne hem de anılan 63. maddenin getiriliş amacına ters düşeceği, o nedenle Kurumun, yaşlılık aylıklarını kesmeye ve aylıkları ödememeye ilişkin işleminin yasaya aykırı olacağı-
Davacının işyerindeki çalışmaları işe giriş bildirgesine, aylık ve üç aylık bordrolara dayanılarak Kuruma kısmi olarak bildirildiği ve bildirime uygun olarak da primlerin ödendiği, öte yandan işe giriş bildirgesinin ve bordroların davacı çalışmalarının işyerinde kesintili geçtiğinin karinesi olduğu, karinenin tersinin ise eşdeğerdeki belgelerle kanıtlanması gerektiğinin söz götürmeyeceği, başka bir anlatımla yazılı belgelerin varlığı halinde tanık sözlerine itibar edilemeyeceği-