Ortaklığın giderilmesi davasında, hakimin, mümkün ise aynen taksime değil ise satış yolu ile ortaklığın giderilmesine karar vermesinin gerektiği, paydaşların tamamı taksim istiyorsa, satışa karar verilemeyeceği, somut olayda davacı ortaklığın mümkünse taksim aksi takdirde satış yolu ile giderilmesini talep ettiğine göre, davanın reddinin isabetsiz olduğu-
Davacı Hazine’nin, devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan dava konusu dere yatağına davalının muhdesat yaparak el attığını ileri sürerek yıkımı suretiyle önlenmesini istediği, tesbit dışı bırakma işlemi de tapulama işlemi olup, bir iptal davası olmadan zilyetliğin savunma yolu ile ileri sürülmesinin mümkün olmadığı, hal böyle olunca, davanın kabulüne karar verilmesinin gerekeceği-
Davacı İdare’nin kayden ve müstakilen maliki bulunduğu çaplı taşınmazı, komşu parselde paydaş olan davalının, kendi parselinden evinin bahçesi gibi kullandığı dosya içeriğinden ve özellikle keşfe ilişkin uzman bilirkişinin raporundan anlaşıldığına göre; elatmanın önlenmesine ve takdir edilecek ecrimisile hükmedilmesinin gerekeceği-
Dava konusu taşınmazın, İstanbul’un merkezi olan Beyazıt Mahallesi’nde olup, dükkan niteliğinde olduğu, aylık kirasının 10 bin lira olmasının hayatın olağan akışına ters düştüğü, bu durumda davacının satıcısı ile davalı arasındaki kira sözleşmesinin davacıya satış tarihinden sonra düzenlendiği anlaşıldığı gibi, davacı ile davalı arasında da hukuki bir ilişkinin bulunmadığı, hal böyle olunca, davanın kabul edilmesinin gerekeceği-
İcareteynli veya mukataalı vakıf malın, asıl malikinin mutasarrıfı değil, vakıf tüzel kişiliğinin olduğu, mutasarrıf adına bulunan kaydın mülkiyete değil ancak, tasarrufa delalet edeceği, eş anlatımla, mülkiyeti vakfında kalmak üzere kullanma hakkının, mutasarrıfına ve onun ölümü halinde de mirasçılarına geçeceği, 2762 sayılı Vakıflar Kanunu ile icareteynli ve mukataalı vakıf taşınmazların tasfiyesinin amaçlandığı, 10 yıl içinde taviz vermek yoluyla icareteyn veya mukataa kayıtları terkin edilmemiş gayrimenkullerin mülkiyetinin, 10 yıl sonunda kendiliğinden mutasarrıfına geçeceği ve vakfın hakkının ivaza döneceği, mülkiyeti mutasarrıfına geçmiş olan gayrimenkullerde, maliklerin kanunun yayımı tarihine kadar ölmeleri üzerine son mirasçı sıfatıyla Hazine’ye intikal edipte bu husus tapu kaydına işlenmiş bulunanlar ayrık bırakılarak, işlenmemiş olan taşınmazların mahlulen vakfına rücu edeceği, mahluliyet kararlarına yönelik itirazların adli yargıda çözülmesinin gerektiği-
Önalım (şufa) hakkının ortak payın satışından çok sonra kullanılması halinde, aradan geçen zaman içinde taşınmazın değerinde meydana gelen objektif artışları enflasyon olgusunun önalım bedelinin belirlenmesine etkisinin de kabul edilmesinin gerekeceği, bu hakkın şu veya bu nedenle geç kullanılmasından dolayı davacıyı, amaç dışında zenginleştirecek ve alıcı davalıyı da fakirleştirecek yorum ve sonuçlardan kaçınılmasının gerektiği, şufa konusu payın dava tarihine göre belirlenen değerinin davacılardan alınıp davalıya verilmesi koşuluyla davanın kabul edilmesinin doğru olduğu-
Kural olarak, tapu iptali ve irtifak hakkı kurulması istekli davaların taşınmaz maliklerinin tamamına yöneltilerek yürütülmesinin gerektiği, bu durumda, 4.5.1978 gün 4 - 5 sayılı Yargıtay İ.ları Birleştirme Kararı, uyuşmazlığın niteliği ve somut olayın özelliği de gözetilmek suretiyle, hukuksal bir çözüme ulaşılabilmesi için, davacıya, davadan önce öldüğü anlaşılan M. Bal'ın mirasçıları aleyhine dava açması için önel verilmesi ve bu yerine getirildiğinde, davaların birleştirilerek, birlikte yürütülüp sonuçlandırılmasının gerektiği-
Vergi kaydına, irsen imtikale ve zilyetliğe dayalı mülk edinme koşullarının vergi kayıtları mülkiyet bahşeden kayıtlardan olmadığından aksinin ve kayıt kapsamına giren yerin öncesinin mer’a olduğu yolundaki iddiaların dinlenme olanağının olduğu, bir yerin mer’a olarak kabul edilebilmesi için o yerle ilgili ya mer’a tahsis kararı ve kaydının bulunması ya da o yerin başlangıcı bilinmeyen bir zamandan beri eylemli şekilde mer’a olarak kullanılmasının gerektiği, davalının, zilyetlikle iktisap koşullarının oluştuğunu savunduğuna göre, bu yoldaki savunmasının kanıtlamak zorunda olduğu, 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 14. maddesinin ilk fıkrasında, zilyetliğin kanıtlanmasında açıkça bilirkişi beyanlarına da dayanılabileceğine yer verildiği, ne var ki, uyuşmazlığın niteliği karşısında olayda dinlenen tek bilirkişi anlatımıyla yetinilerek kazandırıcı zamanaşımı zilyetliğinin gerçekleştiğinin kabulü suretiyle hukuksal ve sağlıklı bir çözüme ulaşılamayacağı da açık olduğuna göre Hukuk Genel Kurul
“Şuf’a hakkının, taşınmazın satışının öğrenildiği tarihten itibaren üç ay (743 sayılı MK’da bu süre bir ay idi) içinde kullanılabileceği, bu sürenin hak düşürücü süre olduğu, bu nedenle mahkemece doğrudan doğruya gözetileceği-