Boşanma ve ziynet talepli davanın dava dilekçesi kendisine tebliğ edildikten 2 gün gibi kısa bir süre sonra ortak hesabın erkek tarafından kapatılmış olması da dikkate alındığında, olayların akışı ve kadının iddiaları ile uyumlu tanık beyanlarından altınların, erkek tarafından kağıt üzerinde ortak hesap olarak açılan ancak fiilen kendi tasarrufunda bulunan kasaya konulduğunun ve altınların erkekte olduğunun kabulü gerektiği-
Kayın validesine süregelen şekilde ağır hakaret eden kadının bu kusurlu davranışı karşısında, erkeğin kadını otobüse bindirip ailesinin evine göndermesinin tepki niteliğinde davranış olduğu ve erkeğe kusur olarak yüklenemeyeceği, boşanmaya sebep olan olaylarda davalı-birleşen davacı kadın eşin tam kusurlu olduğu- Boşanma nedeniyle yoksulluğa düşeceği anlaşılan taraf yararına nafaka ödenmesine karar verilebilmesi için boşanmaya sebep olan olaylarda en azından eşit kusurlu olma şartının arandığı, dolayısıyla boşanmaya sebep olan olaylarda ağır veya tam kusurlu olduğu tespit edilen eş yararına yoksulluk nafakası ödenmesine karar verilemeyeceği-
Tarafların evlendikten yaklaşık bir buçuk yıl sonra çocuk sahibi olabilmek için doktora gittikleri, erkeğin tedavi olması gerektiğine ilişkin sonuç karşısında kadın eşin iş ve arkadaş ortamının bilgi ve çevresinden yararlanmak suretiyle erkeğin tedavisine yönelik bir sürece girdikleri, nitekim bu yönde kadının iş arkadaşları olan tanıkların, sürece ilişkin görgüye dayalı beyanlarından karı-koca mahremiyeti niteliğindeki yatak odası sırlarının üçüncü kişilerle paylaşıldığı sonucuna varılması mümkün olmadığı gibi; kadının bu yönde kusurlu olduğuna ilişkin beyanlardan hareketle kadına bu yönde kusurlu davranış yüklenmesinin doğru olmadığı, zira dosyaya yansıyan bilgi ve belgelere göre davacının sağlık çalışanı olup ortak tanıdıklarının bulunmadığı, bu kişilerin, abisinin sağlık durumu hakkında bilgi sahibi olduklarını ve "tarafların mahremi olan çocuk sahibi olmaya ilişkin bu tarz şeylerin" üçüncü kişiler tarafından bilindiğini ifade ettikleri, oysaki eşlerin çocuk sahibi olamamaları nedeni ile davalı erkeğin tedavi görmesi gerektiğine ilişkin bilgi, cinsel hayatın anlatılması anlamına gelemeyeceği gibi kadının sağlık çalışanı olan arkadaşları tarafından doktor araştırılması aşamasında zaten bilinen bir gerçek olup, sır niteliği taşıdığından da bahsedilemeyeceği, dolayısıyla direnme kararında belirtildiği gibi kadının "üçüncü kişilere çocuk sahibi olamadıklarını ve tıbbi durumu anlatarak mahrem konuları açık bir şekilde başkalarına söylediği" gerekçesiyle kusurlu olduğunun kabulünün doğru olmadığı- 13. Tarafların kusurlu davranışları kıyaslandığında eşit kusurlu olduklarının kabulü gerekir. Kanun koyucu; evlilik birliğinin temelinden sarsılmasına neden olan olaylarda eşit kusurlu davranışlar sergileyen eşlere, boşanma sebebiyle ekonomik durumda meydana gelecek azalmaları tamamlama borcu yüklememiştir. Hâl böyle olunca kadın eşin ağır kusurlu olduğunun kabulü ile dosya kapsamına uygun düşmeyen bu kusur belirlemesine bağlı olarak erkek yararına maddi ve manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi bozmayı gerektirmiştir.
Eşine hakaret eden, fiziksel şiddet uygulayan ve birlik görevlerini yerine getirmeyen erkek karşısında kadının da son yaşanan tartışma anında eşine tokat attığı ve kayın validesinin boğazını sıktığı, ayrıca eşi ile yatağını ayırdığının sabit olduğu, tespit edilen bu kusurlu davranışlara göre boşanmaya neden olan olaylarda erkeğin ağır, buna karşılık kadın az kusurlu olduğu, öyle ise mahkemece yapılması gereken işin, 4721 sayılı Kanun'un 174. maddesi uyarınca az kusurlu kadın yararına uygun miktarda maddi ve manevi tazminata hükmedilmesi ve ağır kusurlu erkeğin tazminat taleplerinin reddine karar verilmesinden ibaret olduğu-
Tarafların boşanmasına ilişkin Aile Mahkemesinin gerekçeli kararının, davalı kadın eşe Tebligat Kanunu'nun 10/3. maddesine göre mahkeme kaleminde memur vasıtasıyla bizzat tebliğ edildiği, ne var ki 14.01.2022 tarihli tebligat evrakında tebliğ memurunun ad ve soyadının yazılı olmadığı, bu durumda gerekçeli kararın davalıya usule uygun şekilde tebliğ edildiğinden söz edilmesinin mümkün olmadığı, Hukuk Muhakemeleri Kanun'un 345. maddesine göre istinaf kanun yoluna başvuru süresi; ilamın taraflardan her birine tebliğiyle işlemeye başlayacağı, diğer yandan aynı Kanun'un 349. maddesinde tarafların; ilamın kendilerine tebliğinden önce, istinaf kanun yoluna başvurma hakkından feragat edemeyeceklerinin belirtildiği, böyle olunca, davalının 14.01.2022 tarihli istinaf kanun yolundan feragat dilekçesinin geçerli sayılması ve istinaf dilekçesinin 6100 sayılı Kanun'un 346. maddesi uyarınca reddine karar verilmesinin doğru olmayıp bozmayı gerektirdiği-
Kadın eş tarafından birbirinden bağımsız "boşanma ve ziynet alacağı" davalarının birlikte açıldığı, İlk Derece Mahkemesince verilen ilk kararda boşanmaya neden olan olaylarda "erkeğin sadakat yükümlülüğünü ihlal ettiği" gerekçesi ile tam kusurlu olduğunun belirtilerek boşanmaya karar verildiği, bu tespite karşı erkeğin istinaf kanun yoluna başvurduğu, Bölge Adliye Mahkemesince yapılan ilk incelemede erkeğin "sadakatsiz" davrandığına ilişkin itirazı incelenmeksizin hükmün 6100 sayılı Kanun’un 353/1-a-6 maddesi uyarınca kaldırılmasına karar verildiği, İlk Derece Mahkemesince verilen 08.04.2021 tarihli ikinci kararda ise eşlerin boşanmaya neden olan olaylardaki kusurlu davranışlarına ilişkin hiçbir tespit yapılmadan hüküm kurulması nedeniyle Bölge Adliye Mahkemesinin 01.07.2021 tarihli kararı ile 6100 sayılı Kanun’un 353/1-a-6 maddesi uyarınca kaldırılmasına karar verildiği, İlk Derece Mahkemesi tarafından verilen üçüncü karara bakıldığında, gerçekleşip gerçekleşmediği yönünde Bölge Adliye Mahkemesince hiç inceleme yapılmadığı anlaşılan "sadakatsizlik" vakıası gözetilmeksizin boşanmaya neden olan olaylarda erkeğin "birlik görevlerini yerine getirmediği, eşine hakaret ve küfür ettiği" gerekçesiyle tam kusurlu olduğu belirtilerek, ilk kararda yer almayan yeni ve farklı bir gerekçe ile hüküm kurulduğu, tüm aşamalarda erkeğin boşanmaya neden olan olaylarda tam kusurlu olduğu gerekçesiyle eşlerin boşanmalarına karar verildiği somut olayda; Özel Daire bozma kararında açıklanan nedenler ve özellikle İlk Derece Mahkemesinin 08.02.2019 tarihli kararı ile erkeğe yüklenen sadakatsizlik vakıasının gerçekleşmediği yönünde erkek eşin istinaf başvurusunun Bölge Adliye Mahkemesince "incelenmemiş" olduğu gözetilmeksizin İlk Derece Mahkemesince "sadakatsizlik" vakıası yok sayılarak hüküm kurulmuş olmasının, somut olay bazında yarattığı sonuçlar bakımından kanunun açık ihlâli niteliğinde olup bozmayı gerektirdiği- "Boşanma davalarında verilen hüküm sonucu ile gerekçenin bir bütün olduğu ve bölünemeyeceği, eldeki davada İlk Derece Mahkemesince tarafların boşanmasına ilişkin verilen 08.02.2019 tarihli ilk kararın boşanma yönünden istinaf edilmeyerek kesinleştiği dikkate alındığında erkeğin sadakatsiz davrandığı yönündeki kusurlu eyleminin de kesinleşmiş olduğu, böyle olunca direnme kararının bu değişik gerekçeyle bozulması gerektiği" görüşü ileri sürülmüş ise de, bu görüşün yukarıda açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğunca benimsenmediği-
Evlenmenin sosyal amacı yanında, cinsel arzuları tatmin etme gayesinin de olduğu, tarafların cinsel organları normal yapıda olmasına rağmen, psikolojik sebeple de olsa uzun evlilik süresi içinde cinsel ilişki kuramadıklarının anlaşıldığı, bu halin evlilik birliğini temelinden sarstığı, birlikte yaşanan uzun süre içinde cinsel ilişkinin başarılamamış olması karşısında eşlerde birbirine karşı haklı bir nefretin, en azından isteksizliğin doğacağının şüphesiz olduğu, böyle bir durumu davacı-davalı kadın açısından bir kusur olarak kabul etmenin mümkün olmadığı, davalı-davacı erkeğin boşanmaya neden olan olaylarda tam kusurlu olduğunun kabulü gerektiği, ne zaman gerçekleşeceği belli olmayan ve ondan sonra da devam edip etmeyeceği şüpheli bulunan cinsel yakınlaşmayı beklemek için davacı-karşı davalıyı zorlamanın açık bir haksızlık olduğu, bu koşullar altında davacı-karşı davalı kadından evlilik birliğini devam ettirmesinin beklenemeyeceği, kadının dava açmakta haklı olduğu, bu halde aile birliğinin temelinden sarsıldığı (TMK md. 166/1) kabul edilerek kadının boşanma davasının kabulü ile boşanmaya karar verilmesi gerektiği-
Davalının görmüş olduğu fiziksel şiddet nedeniyle eşine ve kayın validesine yönelik hakaret ve sinkaf içerikli sözler söylemesi şeklinde gerçekleşen kusurlu eyleminin, tepki niteliğinde davranışı aşar boyutta olduğu- Olay tarihinde henüz bir yaşında bile olmayan ortak bebeğin yanında gerçekleştiği anlaşılan son olay gözetildiğinde; mevcut evlilik birliğinin devam etmesinin davalı ve ortak çocuk bakımından korunmaya değer bir yararının kalmadığı- Boşanmaya sebep olan olaylarda davacının ağır buna karşılık davalının ise az kusurlu olduğu, ne var ki somut olay bazında davalının boşanmaya karşı çıkmasının tek başına boşanma kararı verilmesini engellemeyeceği, hâl böyle olunca taraflar arasında ortak hayatı temelinden sarsacak derecede ve birliğin devamına imkân vermeyecek nitelikte geçimsizliğin var olduğu, olayların akışı karşısında davacının dava açmakta haklı olduğu ve bu şartlar altında eşleri birlikte yaşamaya zorlamanın kanunen mümkün olmadığı-
İlk Derece Mahkemesinin gerekçesinde yer verdiği kadının 06.10.2022 Tarihinde Kıbrıs'tan Türkiye'ye geldiği, tarafların birlikte tatil yaptıkları, aynı odada kaldıkları, bu şekilde tarafların karşılıklı olarak birbirlerinin kusurlu davranışlarını affettikleri şeklinde değerlendirme yapılmış ise de, tarafların birlikte fotoğraflarının bulunması tarafların barışıp bir araya geldiklerinin kabulü için yeterli olmadığı gibi bu vakıanın af kapsamında değerlendirilemeyeceğinin kabulü gerekeceği- Ayrıca tarafların bir araya geldiklerine, yazlığa gidip tatil yaptıklarına ve aile konutunda aynı odada birlikte kaldıklarına dair davalı-davacı erkeğin soyut beyanı dışında yeterli ve inandırıcı delil elde edilememiş olup affın varlığının kabulünün mümkün olmadığı-
Anlaşmalı boşanma sonucu (12.12.2002 tarihinde) döviz cinsinden hüküm altına alınan iratların Türk Lirasına uyarlanması istemli eldeki davada; boşanma tarihinden dava tarihine kadar geçen 18 yıllık süre sonunda, kadının gelirinde ve mal varlığında artış olduğu, buna karşılık erkeğin ise maddi anlamda güçsüzleştiği, nafaka yükümlüsü erkeğin emekli sınıfında kabul edildiği, geliri ile orantılı yaşam standardı, ortak çocuğun anne ve babasının ekonomik durumlarına ilişkin ifadeleri bir bütün olarak gözetildiğinde, açılan davanın dürüstlük kuralına aykırı olmadığı- Aradan geçen uzun süre içerisinde tarafların ekonomik ve sosyal durumlarında gerçekleşen esaslı değişiklik, yoksulluk nafakasının niteliği ve amacı, makul insanlardan beklenen öngörü, davanın on sekiz yıl sonra açılmış olması, esaslı değişikliğin nafaka yükümlüsünden kaynaklanmaması, taraflar arasındaki menfaat dengesinin orantısız hale gelmesi ve özellikle dürüstlük kuralı uyarınca, aradan geçen uzun yıllar sonucunda artık ifanın borçludan beklenebilir olmadığı ve TBK m. 138 hükmünde belirtilen uyarlama koşullarının gerçekleştiği- "Aradan geçen zaman içerisinde tarafların ekonomik durumlarında bir değişiklik olmadığı, döviz kurundaki değişikliğin davacı tarafından öngörülebilecek bir durum olduğu" görüşü ile "Sözleşmenin uyarlanması koşulları oluşmuş ise de kadın yararına daha uygun miktarda yoksulluk nafakasına karar verilmesi gerektiği" görüşünün HGK çoğunluğunca benimsenmediği-