Söz konusu düzenleme cezai şart niteliğinde olduğundan Borçlar Kanunu’nun 161/son maddesi uyarınca bir değerlendirmeye tabi tutmak suretiyle isteğin hüküm altına alınmasının gerekeceği-
Cezai şart niteliğinde olan iş güvencesi tazminatının Borçlar Kanununun 161/son maddesi uyarınca değerlendirmeye tabi tutularak isteğin hüküm altına alınmasının gerekeceği-
Kanun koyucu tarafından iptal edilen yasa maddeleri yerine yenileri getirilmediğine, bu durumda temerrüde dayalı fesih hali ile ilgili özel bir düzenleme bulunmadığına göre, borçlunun temerrüdü nedeniyle sözleşmenin feshinde uygulanabilecek hükümlerin, BK.'daki genel düzenlemelerde aranması gerekecektir; BK’ nun 101 (şimdi; TBK. mad. 117) ve devamı maddelerinde ise, borçlunun temerrüde düşürülebilmesi için ihtar zorunluluğu getirilmiş olup; davaya konu olayda sigorta ettirene yapılmış usulüne uygun bir ihtar bulunmadığından, sigorta sözleşmesinin kendiliğinden münfesih olduğunun kabulü ile davanın reddine karar verilemeyeceği-
İstenen atık su bedelinin, bir hizmet karşılığı olabileceği gibi, ekonomik koşullara göre oluşturulan İstanbul şehrinin içme,kullanma ve Endüstri suyu ihtiyaçlarının, yer altı ve yerüstü kaynaklardan sağlanması,ihtiyaç sahiplerine dağıtılması,kullanılmış sular ile bunların uzaklaştırılması, bölge içindeki su kaynaklarının, deniz,göl,akarsu ve yer altı sularının kullanılmış sularla kirlenmesini önlemek için yeni tesisler kurmak, kurulu olanların bakım ve işletilmesini sağlamak amacıyla bu hizmetlerin görülmesini temin zımnında özel hukuk hükümlerinden doğan ve sözleşme ilişkisine dayanılarak İSKİ tarafından alınan bir bedel olduğu-
İşin yapımının önceden tahmin olunamayacak şekilde zorlaşıp zorlaşmadığı iller bankasının raporu da nazara alınarak araştırılmalı, böyle bir durum mevcut ise davanın, BK’nın 365. maddesi (şimdi; TBK. mad. 480) uyarınca yasal uyarlama niteliğinde yüklenicinin arsa payı oranının arttırılması istemi olduğu kabul edilerek davaya bu şekilde bakılıp, sonucuna göre karar verilmesinin gerekeceği-
Başkalarının zarar verici eylemi nedeniyle hasara uğrayan elektrik direklerinin tamiri, davacının rutin görevlerinden biri olmadığından; onarımda görevlendirdiği çalışanlarına, rutin bir işi değil, salt davalının zarar verici eylemi nedeniyle zorunlu hale gelen bir işi yaptırmış olup, yine, gerekli malzemenin onarım yerine nakledilmesi için kendi araçlarını kullanırken de yakıt, amortisman gibi giderleri meydana gelmiştir, bütün bu giderlerin, rutin bakım ve oranım işleriyle bir ilgili bulunmadığı için, davacının genel idare giderlerinden sayılmasına olanak yoktur; kaldı ki, davacının sayılan olanaklara sahip olmaması ve bu nedenle oranımı bedeli karşılığında başkalarına yaptırmış olması halinde, ödeyeceği işçilik ve nakliye giderlerini zarar verenden talep edebileceğinden söz konusu giderlerin haksız fiil sonucunda oluşan gerçek zararını kapsamında bulunduğu-
Keşifte her iki tarafın muvafakatiyle görevlendirilip dinlenen yerel bilirkişilerin, davalıya yapılan bağışlamanın aslında satış olduğu, davacının gerek bu hususu ve gerekse işlemin varlığını aynı gün öğrendiği şeklindeki beyanlarına davacının herhangi bir itirazı bulunmadığını bildirmiş ve bu beyanını imzalamış olmasına göre bu durum ve tüm dosya kapsamı karşısında, davacının davaya konu işlemi, 28.12.1999 günü öğrendiğinin ve 28.02.2000 günü açılan davanın bu nedenle hak düşürücü süre içerisinde olmadığı-
Ölünceye kadar bakma sözleşmesinin muvazaalı olduğunun kanıtlanamaması halinde, açılan tapu iptali ve tescil davasının reddedilmesi gerekeceği–
Teslimi iskan ruhsatına bağlı tutulmayan dört daire sözleşmede kararlaştırılan tarihte teslim edilmiş olduğundan kira kaybı alacağına sadece teslimi iskan koşuluna bağlı iki daire için hükmolunmasının gerekeceği-
Davalının haksız eylemi sonucunda davacının malvarlığında vekalet ücreti bakımından bir zararın doğmuş bulunduğu, davacının, kendi yararına takdir olunan vekalet ücreti ile aleyhine hükmolunan vekalet ücretini takas ve mahsup etmesinin bu zararı ortadan kaldırmayacağı, takas ve mahsup işlemlerinin hukuki nitelik ve sonuçları gözetildiğinde, fiili bir ödeme bulunmasa bile karşılıklı ödeme yapıldığının ve davacının zarara uğradığının kabulü gerekeceği, kaldı ki, davacı aleyhine hükmedilen vekalet ücreti yönünden fiili bir ödeme bulunmadığının benimsenmesi durumunda, davalı yararına hükmedilen vekalet ücretinin de ödenmediğinin kabulü ile davacının menfi bir zararının bulunduğu düşünülebileceği gibi, davacının kendi yararına hükmolunan vekalet ücreti kadar hazine avukatına ödeme yapmış olması halinde de yine zararı bulunduğunun tartışılmasının olanaklı olacağı-