Yanlar arasında aracın tamiri ile ilgili olarak yazılı bir sözleşme bulunmadığından ve işin bedeli önceden kararlaştırılmadığından BK. 366. maddesi (şimdi; TBK. mad. 481) uyarınca iş bedelinin işin yapıldığı yılın piyasa rayiç bedelleri ile saptanmasının gerekeceği-
Davacının olay nedeni ile oluşan zararının gelişen bir durumu gösterdiği, Adli Tıp Kurumu 3. İhtisas Kurulu’nca düzenlenen 08.11.1999 tarihli raporda dahi davacının zararının kesin ve net olarak belirlenemediği, ancak zararın belli bir açıklığa kavuştuğu, görülüyor ki, davacının en son raporun alınmasından önce bir tazminat davası açmasının esasen mümkün olmayacağı, bu durumda, davanın 08.11.1999 günlü son raporun alınmasından ve meslekte kazanma güç kaybının öğrenilmesinden sonra beş yıllık zamanaşımı süresi geçmeden, 10.08.2000 tarihinde açıldığı anlaşıldığından, mahkemece davanın reddine karar verilmesinin ve yerinde olmayan gerekçelerle direnilmesinin usul ve yasaya aykırı olacağı-
Bir davada öne sürülen maddi olguların hukuki nitelemesini yapmanın, uygulanacak yasa maddelerini bulmanın ve uygulamanın hakimin doğrudan görevi olduğu, dava dilekçesindeki niteleme ve maddi olgular dikkate alındığında davalı eyleminin bir bütün halinde hizmet kusuruna bağlı olmaksızın şahsi kusur ve özen borcunun gereği gibi yerine getirilmemesinden kaynaklanan BK. 41 maddesine (şimdi; TBK. mad. 49) dayalı bir dava olduğu, gerek öğretide gerekse yargısal kararlarda kişisel eylem ve idarenin ağır kusuruna dayanan davaların inceleme yerinin Adli Yargı yeri olduğunun kabul edildiği-
Yanlar arasındaki kira sözleşmesinin 4331 sayılı Yasa gereğince 27.4.1998 tarihinde sona erdiği, ne var ki davalı kiracının yasal 1 aylık süre içerisinde kira sözleşmesi yapma iradesini 18.5.1998 tarihli ihtarnamesi ile davacı idareye bildirdiği ve bir kısım kira bedelini tevdi mahalline yatırdıktan sonra kira tespit davası açmış olmakla sözleşme yapma iradesini açıkça karşı tarafa iletmiş bulunduğundan, davalı kiracının temyiz itirazlarının kabul edilmesi gerekeceği-
Bir hakkın kullanılması kullanana bir yarar sağlamıyor veya sağladığı küçük yarara rağmen, karşı tarafta büyük bir zarar doğmasına neden oluyorsa, böyle bir hakkın kullanımında yasal dayanak olsa dahi, kötüye kullanmanın var olduğu–
Manevi tazminat davasında hükmedilecek paranın, zarara uğrayanda manevi huzuru doğurmayı gerçekleştirecek tazminata benzer bir fonksiyonu olan özgün bir nitelik taşıyacağı, bir ceza olmadığı gibi mamelek hukukuna ilişkin zararın karşılanmasını da amaç edinmediği, o halde bu tazminatın sınırının onun amacına göre belirlenmesi gerekeceği, takdir edilecek miktarın mevcut halde elde edilmek istenen tatmin duygusunun etkisine ulaşmak için gerekli olan kadar olması gerekeceği-
Davacının, dava dilekçesinde 1999 yılı Temmuz ayı içerisinde olayın meydana geldiğini belirttiği, tanık M. D.’ın da 18.9.2000 tarihli ifadesinin de davacı ile beraber geçen sene Temmuz ayında Kemeraltına gittiklerini ve olayın meydana geldiğini söylediği, oysa davacının davalı şirkete ait fabrikaya gitmesinin ve yetkililerle görüşmesinin, dosyadaki belgeye göre 22.6.1999 tarihinde olduğuna göre, dava konusu olayın Haziran ortalarında gerçekleşmiş olmasının gerekeceği, davacının kendisi için bu denli önemli olduğunu iddia ettiği bir olayın hangi tarihte, en azından hangi ayda meydana geldiğini bilmemesinin düşünülemeyeceği, olayın gerek gerçekleşme tarihi, gerekse biçimi konusunda kuşkulu bir durum mevcut olup dosyadaki delillerin davanın kabulü için yeterli görülmeyeceği-
Vasiyetnameye konu olan malların daha sonra ölünceye kadar bakma akdi ile davalılara bağışlanmış olması, ancak mahkemece ölünceye kadar bakma sözleşmesi ile yapılan temlikin iptaline karar verilmesi halinde, vasiyetnamenin geçerliliğini koruyacağı–
Paranın verildiğine ilişkin belgede, veriliş nedeniyle ilgili olarak herhangi bir açıklık bulunmuyor ve parayı verenin ileri sürdüğü hukuksal neden parayı alanca reddediliyor ise, belgeye konu paranın kendisince ileri sürülen nedenle verilmiş olduğunu kanıtlama yükümünün, parayı verene ait olacağı–
Bilindiği üzere, bazı hallerde, gerek zararı doğuran eylem veya işlemin ne olduğu ve kim tarafından gerçekleştirildiği ve gerekse, zararın kapsam ve miktarı aynı anda ve tam bir açıklıkla belirlenebileceği- Böyle durumlarda, zarar görenin, uğradığı zararın varlığını, zarar verenin kim olduğunu, kapsam ve miktarının neden ibaret bulunduğunu öğrendiği andan itibaren, zarar verenden bunun tazminini isteme hakkının doğacağı ve bu hakkına ilişkin yasal zamanaşımı süresinin de o tarihte başlayacağı- Bu bağlamda herhangi bir eylemden doğan zararın tümü bir birlik teşkil eder, birbiriyle ilgisi olmayan bağımsız zararların bir toplamı olarak görünmeyeceği; dolayısıyla, zararın kapsamı ve tutarının belli olmaması, zamanaşımının başlamasına engel oluşturmayacağı- Başka bir ifadeyle, zararın öğrenilmesi, onun kapsamının değil, varlığının öğrenilmesi anlamında olduğu, zararın varlığı, niteliği ve esaslı unsurları hakkında bir dava açmaya, o davayı ciddi ve objektif bir şekilde desteklemeye, gerekçelerini göstermeye elverişli yeterli hal ve şartların öğrenilmesi, zararın öğrenilmiş sayılması için yeterli olduğu- Buna karşılık, ortaya çıkan zarar, kendi özel yapısı içerisinde, sonradan değişme eğilimi gösteriyor, kısaca, zararı doğuran eylem veya işlemin doğurduğu sonuçlarda (zararın nitelik veya kapsamında) bir değişiklik ortaya çıkıyor ise, artık, “gelişen durum” ve dolayısıyla, gelişen bu durumun zararın nitelik ve kapsamı üzerinde ortaya çıkardığı değişiklikler (zarardaki değişme) söz konusu olacağı- Böyle hallerde, zararın kapsamını belirleyecek husus, gelişmekte olan bu durumdur ve bu gelişme sona ermedikçe zarar henüz tamamen gerçekleşmiş olamayacağı için zamanaşımı süresi bu gelişen durumun durduğunun veya ortadan kalktığının öğrenilmesiyle birlikte işlemeye başlayacağı-