Hüküm sonucu kısmında gerekçeye ait her hangi bir söz tekrar edilmeksizin isteklerin her biri hakkında verilen hükümle taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların mümkünse sıra numarası altında birer birer açık şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesinin gerekeceği, bu biçimin yargıda açıklık ve netlik prensibinin gereği olduğu, aksi halin, yeni tereddüt ve ihtilaflar yaratacağı, hatta giderek denebilir ki,dava içinden davaların doğacağı,hükmün hedefine ulaşılmasını engelleyeceği, kamu düzeni ve barışının oluşturulamayacağı, ayrıca bozma kararı ile ilk hüküm hayatiyetini yitirdiğinden ona atıf suretiyle hüküm tesisinin açıklanan kurallara uygun düşmeyeceği-
Davanın açıldığı tarihte görevli bulunan bir mahkemenin sonradan çıkan bir yasa ile görevsiz hale gelmesi üzerine verilecek görevsizlik kararında, yanlış mahkemeye dava açmamış olması yüzünden gidere sebebiyet vermiş bulunmayan davacıya gider yükletilmesinin düşünülemeyeceği-
İlk hükme esas alınan bilirkişi raporunda ölen desteğin 10 kardeşi bulunduğu, bu nedenle de annesine evlenene kadar % 10, sonrasında ise % 7,5 oranında destekte bulunacağının kabulü ile destek zarar hesabının yapıldığı, bu rapora, desteğin kardeşlerinden bir bölümünün baba bir, farklı bir anneden olduğu, davacı annenin destek göreceği çocuk sayısının daha az olduğu, destek payının artırılması gerektiği yönünde bir itirazda bulunulmadığı, destek zarar hesabına ilişkin rapor taraf denetimine de tabi olup, raporda gözetilen unsurlar yönünden bir itiraza uğramamaları halinde, lehine olan taraf yönünden usuli kazanılmış hak oluşacağı, bu nedenlerle, itiraza uğramayan destek payları yönünden davalılar yararına gerçekleşmiş bir usuli kazanılmış hakkın varlığından söz edilmesi gerekeceği-
Vermiş olduğu bir hüküm Yargıtay tarafından bozulan ve Yargıtay’ın bu bozma kararına gerek iradi ve gerekse kanuni şekilde uymuş olan hukuk mahkemesinin, bozma kararı doğrultusunda inceleme yapmak ve hüküm vermek zorunda olacağı, mahkemenin, bozma kararından dönerek direnme kararı veremeyeceği gibi, hükmün bozma kararının kapsamı dışında kalarak kesinleşmiş olan bölümleri hakkında da yeni bir hüküm kuramayacağı, bu müesseseye “usuli müktesep hak” veya “usule ilişkin kazanılmış hak” deneceği-
Kesin hükmün amacının kişiler arasındaki uyuşmazlıkların kesin bir biçimde çözümlenmesi olduğu, bu amacın gerçekleşmesinde, hem kişilerin hem de Devletin yararının olduğu, çünkü kişilerin, arasındaki uyuşmazlığın kesin bir biçimde sonuçlanması için dava sırasında bütün olanaklarını kullanacakları ve dava sonucunda verilecek kararla artık, bu uyuşmazlığın sona ermesini isteyecekleri, bu açıdan, Devletin de menfaatinin söz konusu olacağı, çünkü Devletin, mahkemelerin sınırsız bir biçimde aynı uyuşmazlık (dava) ile, sürekli ve yinelenerek meşgul edilmesini istemeyecekleri-
Hukuk hakiminin kural olarak ceza mahkemesinin beraat kararı ile bağlı olmayacağı, ancak; aynı olay nedeniyle ceza yargılamasında hükme dayanak yapılan maddi olgular ile bağlı olacağı, hukuk hakiminin ceza mahkemesi kararındaki maddi olgularla bağlılığının ölçüsü ise ; beraat kararında suçun sanık tarafından işlenip işlenmediğinin kesin olarak delilleriyle tespit edilip edilmediği olması gerekeceği, bu nedenledir ki, davanın dayanağını teşkil eden ve davacının aynı zamanda suç duyurusuna da konu ettiği elektronik postaların gönderilmesi suretiyle gerçekleşen haksız eylem nedeniyle ceza yargılamasında verilecek kararın, eylemin davalı tarafından gerçekleştirilip gerçekleştirilmediğine ilişkin yapılacak saptama yönünden hukuk yargılamasına da etkili olacağı-
Bir davada, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 288. maddesi uyarınca miktar veya değeri itibariyle senetle ispatı gereken bir hukuki işlemin, 293/4. madde çerçevesinde tanıkla ispat edilebilmesi için; o bölgede halin gereklerine ve tarafların durumlarına göre o işlemin senede bağlanmamasının devamlılık gösteren bir adet haline gelmiş, bu hususun zaman içerisinde herkesçe uyulmak suretiyle kararlılık kazanmış bulunmasının ve aynı zamanda kamuoyu tarafından da bu teamüle inanılmış olmasının gerekeceği-
Her ne kadar davalı tanığı, davacının gelip davalıyı alıp gittiğini, davalının 3-4 gün sonra dönüp yapamayacağını söylediğini ifade etmiş ise de, yer ve zaman belirtilmeyen soyut nitelikteki şahit beyanına itibar edilemeyeceği-
Aslolan kısa kararda, hüküm fıkrası oluşturulmamış; yalnızca "önceki kararda direnilmesine" denilmekle yetinildiği, o itibarla mahkemece, hüküm sonucu kısmında gerekçeye ait her hangi bir söz tekrar edilmeksizin isteklerin her biri hakkında verilen hükümle taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların mümkünse sıra numarası altında birer birer açık şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gerektiğini belirten HUMK.nun 388.maddesinin açık hükmü gözetilmeksizin yazılı biçimde karar verilmesinin doğru olmayacağı, direnme kararının bu nedenle bozulması gerekeceği-
Kesinleşmiş yetkisizlik kararının süresinde yapılan başvuru üzerine gönderildiği mahkemece başka bir nitelemeye tabi tutulmasının ve açık “yetkisizlik” hükmüne rağmen “gönderme kararı” olarak ele alınıp, işlem yapılmasının olanaklı olmayacağı; durum bu olunca; kesinleşen “yetkisizlik kararı” üzerine yetkili mahkemeye gönderme başvurusu 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 193. maddesinde öngörülen “10 günlük yasal sürede” yapılmış bulunduğu-