İlk derece mahkemesince, davanın tasarrufun iptali davası olduğu, mahkemece İİK 281/2 maddesi gereğince iptale tabi tasarruflara konu olan taşınmazlar hakkında alacaklının talebi üzerine ihtiyati haciz kararı verilebileceği, ileride telafisi imkansız zararın oluşmasının önlenmesi bakımından yaklaşık ispat kuralı ve davanın mahiyeti gereğince ihtiyati haciz koşullarının oluştuğu kanaatine varılarak ihtiyati haciz talebinin kabul edildiği, kararın usul ve yasaya uygun olduğu-
Tasarrufun iptali davasında, satış sözleşmesinin vekâleten yapıldığı ve her iki davalı arasında tanışıklık, ticari ilişkinin bulunmadığı şeklinde varılan sonucun davalı borçlunun duruşmadaki beyanıyla ve dosya kapsamındaki tanık beyanlarıyla çelişmekte olduğu- Tanık olarak dinlenen davalı üçüncü kişinin eşi, "davalı borçlunun çalıştığı firma için, kendisinin çalıştığı firmadan elektrik malzemeleri satın aldığını ve bu nedenle tanıdığını" beyan etmiş olup davalı borçlunun çalıştığı şirketin kendisine ait olup olmadığı, aynı şekilde davalı üçüncü kişinin eşinin elektrik malzemeleri satan şirketinin olup olmadığı anlaşılamadığından, davalı üçüncü kişinin, davalı borçlunun İİK m. 280 kapsamında alacaklıya zarar verme kastıyla taşınmazını sattığını bilebilecek kişilerden olup olmadığının değerlendirilmesi bakımından eksik inceleme yapılmış olduğu- Somut olayda Yargıtay tarafından yapılan denetim ve neticesinde verilen bozma kararının HMK hükümlerine aykırı olmadığı- Bölge Adliye Mahkemesinin "davacı tarafın gerek yargılama aşamasında gerekse ilk derece mahkemesinin kararı üzerine istinaf yoluna başvurusu sırasında delillerinin toplanmadığı yönünde bir iddia ileri sürmediği, bu kapsamda; tanık ... ile...'un benzer ticari faaliyetler yaptıkları, aralarında tanışıklık olduğu gibi bir vakıaya dayanmadığı, bu yönde inceleme yapılmasının HMK m. 25 ve 355'e aykırılık oluşturacağı, bu durum maddi vakıaların denetimi ve delil değerlendirmesi ile ilgili olduğundan sınırlayıcı olarak sayılan Yargıtayın bozma nedeni yapabileceği hâller arasında yer almadığına" ilişkin direnme kararında isabet bulunmadığı-
Davalı ve borçlunun dayısı, borçlunun kardeşi; davalı borçlunun eşi, borçlunun babası; davalı borçlunun oğlu, borçlunun kardeşi olduğunun anlaşılmış olmasına göre davalı 3. kişilerin İİK 280/1 hükmü gereğince davalı borçluların durumunu bilen veya bilmesi gereken kişilerden olduğunun anlaşılmış olmasına göre "davanın kabulüne" ilişkin karardan isabetsizlik bulunmadığı-
Davalı 4. kişi ve ortağı olduğu şirket ile borçlu arasında herhangi bir bağ olmadığı gibi aynı faaliyet alanında çalışmadıkları, 5. kişi konumundaki davalının salt borçlu ile aynı alanda faaliyette bulunmasının bu satış silsilesinin tümünün kötü niyetle yapıldığının ispatı olamayacağının anlaşılmış olmasına göre "davanın reddine" ilişkin kararın usul ve kanuna uygun olduğu-
Nam-ı müstear işleminde bazen bir sözleşme yapmak isteyen kimse çeşitli düşünce ve hesaplarla o sözleşmenin tarafı olarak gözükmeyi istemez ve sözleşmede kendi yerine bir başkasının yer almasını sağladığı- Nam-ı müstear, sözleşmeyi kendi adına ancak gizlenmek isteyen kişi hesabına yapar ve onun bu sözleşmenin gerçek tarafı olmasının ve bilinmesini önlediği- Böylece genel anlamda danışıklı bir işlem yapılmış olduğu; çünkü nam-ı müstear işleminin bir danışıklı işlem olup, muvazaanın alt kategorisini oluşturduğu- Sözleşmede taraf gözükmeyen kişinin, sözleşmenin kendi hesabına yapılmış olduğunun tespitini isteyebileceği- Tasarrufun iptali davası yönünden ise; alacaklıdan mal kaçırmak isteyen borçlunun kendi adını gizli tutarak hukuki işlemi kendi hesabına, başka bir kişiye yaptırması olduğu- Ticaret şirketlerinde sınırlı sorumluluk ya da ayrı malvarlığı ilkesinin alacaklıların menfaatlerine zarar verecek şekilde kötüye kullanılması durumunda, alacaklıların hak ve menfaatlerini korumak için hukuk sistemlerinde hakkaniyet gereği “Tüzel Kişilik Perdesinin Kaldırılması Teorisi”nin geliştirilmiş ve tüzel kişiliğin arkasına sığınılarak durumu kötüye kullanan ortakları, şirket borçlarından şahsen sorumlu tutma imkanı getirilmiş olduğu-
Davalı şirketin kuruluş adresinin sonradan değiştirildiği de gözetildiğinde, şirketlerin adreslerinin aynı olmadığı, ortaklık yapılarının ve yönetim kurulları ile temsilcilerinin farklı olduğu, hisse devirleri ve muvazaalı işlemlerin tespit edilemediği, davalı şirketin davalı borçlu şirketin aldığı ihaleyi devam ettirmediği, sırf alacaklıdan mal kaçırmak ve onu zarara uğratmak amacıyla kötü niyetli işlemler yapıldığının da somut verilerle ispatlanamadığı anlaşıldığından davalı şirketin yönünden de davanın reddi gerektiği-
Dava konusu taşınmazları devralan davalı 3. kişi davalı borçlunun kızı olup, İİK'nun 280/1.maddesi kapsamında borçlunun mali durumu ile alacaklıları ızrar kastını bilebilecek kişilerden olduğunun anlaşılmasına göre "davanın kabulüne" ilişkin kararda bir isabetsizlik bulunmadığı-
Borçlu tarafından davalı üçüncü kişiye devredilen taşınmazlar yönünden tasarrufların aynı gün yapılmış olması, tarafların küçük bir yerleşim birimi olan Günçalı köyünden olup birbirlerini tanıyıp bilmelerinin kabulü gerekmesi karşısında İİK 280/1 maddesi uyarınca üçüncü kişi davalının borca batık olduğunu ve alacaklılarına zarar verme kastıyla hareket ettiğinin kabulü ile tasarrufların iptaline karar verilmesinde herhangi bir usulsüzlük bulunmadığı- Davalı borçlu tarafından davalı üçüncü kişiye yapılan tasarruf açısından, tarafların arasında iş arkadaşlığı, akrabalık ve tanışıklık olmaması, kayıtlı değere ipotek miktarı eklenmesi ile ulaşılan meblağ ile keşfen tespit edilen değer arasında bir mislini aşan fark bulunmaması, öte yandan davacı tarafça ızrar kastının ve muvazaa olgularının ispat edilememesi nazara alındığında mahkemece yazılı biçimde bu taşınmaz yönünden red kararı verilmiş olmasının da usul ve yasaya uygun olduğu-
Borçlunun mirasın reddine ilişkin tasarrufunun İİK'nın 277. ve devamı maddeleri uyarınca iptale konu olabilecek tasarruflardan olduğu, İİK' nın 280. maddesinde belirtilen 5 yıllık hak düşürücü sürenin geçmediği, borçlunun, babasından kendisine düşen mirasın, mahkemece yapılan araştırmada borca batık olmadığı, tereke içinde çok sayıda taşınmazın bulunduğu dikkate alındığında, borçlu D. D.’in, mirası Mersin 2. Sulh Hukuk Mahkemesinin 2016/773 Esas, 2016/829 Karar sayılı ilamı reddetmesinin alacaklılarına zarar verme kastıyla hareket ettiğini ortaya koyduğu-
Davacının alacağın tamamının ödenmiş olması halinde konusu kalmayan dava hakkında karar verilmesine yer olmadığına karar verilmesi gerekeceği-SGK kayıtlarından davalı 3. kişinin  daha önce davalı borçlunun yanında çalıştığı, buna göre İİK 280/1 maddesi gereğince, davalı üçüncü kişinin davalı borçlunun mali durumu ile alacaklılarını ızrar kastını bilebilecek kişilerden olduğu, davacının davayı açmakta haklı olmakla, yargılama giderlerinden davalıların sorumlu tutulmasının doğru olduğu-