Taşınmazın, paydaşları arasında taksim edildiği, davacı, davalı bayii ve diğer paydaşların yerlerinin belli ve muayyen olduğu, bu durumda şufa hakkının kullanılması MK.nun 2. maddesindeki iyiniyet kuralı ile bağdaşmayacağından davanın reddine karar vermek gerekeceği-
Paydaşlardan biri aleyhine dava açıldığına göre mahkemece diğer paydaşların da davaya katılması sağlanarak husumetin yaygınlaştırılmasının gerekeceği, tebligatı imzalayanın davacı ile aynı çatı altında oturmadığı, temyizin süresinde olmadığına dayanılarak kurulan ek kararı tebellüğ edenin de nüfus kayıt tablosuna göre davacının oğlu olmadığı saptandığına göre yapılan tebligatların usulsüz olacağı-
Taşınmazın niteliğinin kesin olarak belirlenmesi yönünden yerel, teknik ve ziraatçi bilirkişiler aracılığıyla yeniden yerinde keşif yapılmak suretiyle bu yerin öncesi itibariyle niteliği, eylemli durum karşısında bu yerin meradan elde edilip edilmediğinin araştırılıp saptanması, öncesi mer'a olan bir yerin yasalarda belirtilen yetkili mercilerce niteliği değiştirilmedikçe özel mülkiyet konusu olamayacağının düşünülmesi, yukarıda işaret edilen esaslar çerçevesinde taşınmazın niteliği kesin olarak belirlendikten sonra uyuşmazlık hakkında hüküm kurulması gerekeceği-
Şuf`alı pay dava sırasında bir başka şahsa veya satışı yapan paydaşa satılırsa davacının, usulün 186. maddesi uyarınca seçimlik hakka haiz olacağı, dilerse davayı yeni satın alan şahsa yönelteceği, isterse davayı tazminata dönüştürerek dava ettiği şahıs hakkında yürüteceği, bu itibarla davacıya seçimlik hakkını kullanması yönünden mehil verilmesinin gerekeceği-
Mahkemece özel mülk olarak tesciline karar verilen yerde hazinenin lehine kesin hükmü dışlayan bir hüküm olmadığından hazinenin mer`a olduğu yolundaki savının reddi gerekeceği-
Davalı açıkça bir taksim savunmasında bulunmadığı gibi dinlenen taraf tanıklarının beyanından da taksim konusunda bir sonuca varmanın mümkün olmadığı, davalının bu yeri uzun süreden beri kullanmış olmasının taksimin varlığını göstermeyeceği, her bir paydaşın tasarrufunda bulunan bir bölümün mevcut olmadığı, bu durumda belli ve muayyen bir yeri fiilen kullandığı iddia ve ispat edilemeyen davacının bu davayı açmakta kötü niyetli olduğunun kabul edilemeyeceği-
Aynı tapu kaydına dayanarak yakın veya bitişik taşınmazlar dava konusu edilmişse bu davalar birleştirilerek, ifraz haritaları getirilip, uzman yerel bilirkişi marifetiyle tapu kapsamı belirlenerek, kayıt fazlası için iktisap koşullarının oluşup oluşmadığının araştırılması gerekeceği-
Davacı, bağımsız bölümün önceki maliki ile bir sözleşme yaparak tabelasını bağımsız bölüme ait pencerenin altına asmış ise de yeni malikin bu sözleşme ile bağlı olmayacağı, davalı bağımsız bölüm malikinin kendisine ait bağımsız bölümün penceresi altına öncelikle kendi levhasını koyma hakkına sahip olup bu kullanımından artan bir yer var ise, davalının tanıtımına zarar vermeyecek biçimde davacıya ait bir levhanın konulabilmesinin gerekeceği-
"Hali, Çalılık ve Taşlık" yerlerden olması nedeniyle tesbit dışı bırakılan bir yerin, MK.nun 639/1 ve 3402 sayılı Kadastro Kanunun 14 ve 17. madde hükümlerine göre tapuya tescil edilebilmesi için, tesbit dışı bırakma işleminin kesinleştiği tarihten, dava tarihine kadar 20 yıldan fazla süre ile yasada belirtilen koşullar altında tasarruf edilmesinin gerekeceği-
Taraflar arasında önceden görülen tapu iptal ve tescil davası sonuçlandırılıp karar kesinleştikten sonra; ilk davanın davalılarının, ilk davanın lehlerine tescil kararı verilen davacıları aleyhine, bu kişilere miras veya satın alma yolu ile mülkiyetin geçip geçmediğinin tesbitini ve yaratılan muarazanın önlenmesini istedikleri, dava konusu parsellerden ikisine revizyon gören tapu kayıtlarının davacıların kök miras bırakanından geldiğinin belgelendirildiği, bunun yanı sıra önceki tapu iptal ve tescil davasında, eldeki davaya konu yapılan maddi vakıanın hiç araştırılmadığı, özellikle gerçek hak durumunun ( maddi gerçeğin ) değerlendirilmediği, kadastro öncesi sebebe girilmeyip yalnızca kadastral mirasçılık sıfatına bakılarak ve zamanaşımından söz edilerek karar verildiği anlaşıldığından; davacıların tesbit niteliğindeki bu davayı açmakta hukuki yararlarının varlığının kabul edilmesi gerekeceği-