3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun, mülga 766 sayılı Tapulama Kanunu’nun kadastro mahkemelerince gerçek hak sahibinin araştırılıp belirlenmesine olanak sağlayan geniş kapsamlı 54. maddesi paralelinde bir hüküm taşımadığı, bu hükme 3402 sayılı Yasa’nın 30. maddesinde daraltılarak yer verildiği, yerel mahkemece mevcut delillerin değerlendirilmesi suretiyle kurulan hükmün doğru olduğu-
Ortaklığın giderilmesi davası sonunda yapılan ihale yoluyla iktisabın ve bu iktisaptan sonra başka kişilere yapılan satışın “pay satışı” olmayıp “taşınmazın tamamını kapsayan bir satış” olduğu, bu suretle malik olan “alıca”lara karşı -yapılmış olan ihale feshedilmiş dahi olsa- şuf’a hakkının kullanılamayacağı-
Kural olarak kumsal nitelikteki taşınmaz mallar üzerinde devletin klasik anlamda bir mülkiyet hakkı değil, denetim ve gözetim hakkının mevcut olduğu, bu hakka dayanılarak kanunun müşterek kullanımına bırakılan bu tür yerler üzerinde yararlanma hakkının, Hazine tarafından kamu yararına olarak belli bir idareye kullanma hakkı bırakılarak sınırlandırılabileceği, bu kullanılmadan doğan objektif ve varsa subjektif haklardan kaynaklanan kişiler ile idare arasındaki uyuşmazlıkların çözüm yerinin idari yargı olduğu-
Dava konusu taşınmazla ilgili tutanak örneklerinin, varsa dayanakları kayıt ve belgelerinin getirtilmesinin, tespite kimin itirazda bulunduğu, davalının bu yerdeki tespitle ilgili olarak tapulama komisyonuna yaptığı itirazın mahiyetinin ve komisyon kararının tebliğ tarihinin, temyize konu davanın çekişmeli taşınmaza ilişkin tespit tutanaklarının askı ilâmı içerisinde açılmış olup olmadığının araştırılmasının ve keza 3402 sayılı yasanın 27. madde hükmü de gözetilmek suretiyle değerlendirme yapılarak hasıl olacak sonuca göre görev konusunda karar verilmesinin gerektiği-
Hazine adına tapuda kayıtlı olan taşınmazın zilyetlikle iktisabının olanaksız olduğu, diğer yandan, köy muhtarının Hazine’ye ait köy içi boşluğu satma yetkisinin bulunmadığı-
Tamamlanan dağıtım ile dağıtım konusu çekişmeli taşınmazın mülkiyetinin dağıtılan kişilere geçtiği, daha sonra lehine tevzi yapılan kişilerin bu taşınmazları teslim almaktan kaçınmaları üzerine, toprak tevzi komisyonunun 21.11.1972 gün ve 361 sayılı kararı ve vilayetin 24.11.1972 tarihli onayı ile tevziinin iptal edildiği ve taşınmazın mülkiyetinin tekrar Hazine’ye döndüğü, bu itibarla davacıların iptal ve tescil davası açmalarının mümkün bulunmadığı-
Yargıtay İçtihadı Birleştirme kararında da belirtildiği üzere, Asliye Hukuk Mahkemesi’nden verilmiş kararların, yasal süre geçtikten sonra temyiz edilmesi halinde yerel mahkemece de temyiz isteminin süre bakımından reddine karar verilebilmesinin mümkün olduğu, bu durumda, temyiz süresi geçirildikten sonra verilen temyiz dilekçesinin reddine dair yerel mahkeme kararının onanmasının gerekeceği-
Davacının, tapu dışı yolla iktisap ettiğini ileri sürdüğü çekişmeli taşınmazda bayinin zilyetliğinde kendi zilyetlik süresine eklenmesini isteyebileceği, olayda, dava tarihi itibariyle eklemeli zilyetlik yoluyla 3402 sayılı Yasa’nın 13/B-b maddesinde öngörülen koşulların davalı yararına gerçekleştiği-
3402 sayılı Kanun’un 14. maddesi hükmüne göre zilyetliğin bu Kanunda yazılı belgelerden birisi ile isbatı yoluna gidilemeyen hallerde zilyedin kazanabileceği miktarın, sulu toprakta 40, kuru toprakta 100 dönümü geçemeyeceği-
Usulüne uygun biçimde düzenlenmiş satış vaadi sözleşmesine dayalı tescil isteklerinde, satış vaadi alacaklısının, vaat borçlusuna ödemesi gereken bedelin, sözleşmede gösterilen, tarafların anlaştıkları bedel olduğu, sözleşmenin düzenlenmesinden itibaren zamanaşımı süresinde bulunmak kaydıyla tescil davasının geç açılmasının, alacaklısına teslim edilmiş bulunan taşınmaz mal için üzerinde anlaşılan satış değerinden fazla miktarda bir para ödenmesini gerektirmeyeceği-