Hukukumuzda rödovans sözleşmelerine ilişkin özel bir düzenlemenin bulunmadığı, bu sözleşmelerin yerleşik Yargıtay uygulamalarında BK’nun hasılat kiralarına ilişkin 270 ve devam eden ilgili maddeleri hükümleri çerçevesinde değerlendirileceği, taraflar arasındaki sözleşmenin maden siciline tescili zorunluluğu bulunmayıp, tescilin ancak madendeki devlet hakkının takibi açısından hüküm ifade edeceği, o halde mahkemece herhangi bir şekil şartına tabi olmayan rödovans sözleşmesine dayalı davacı taleplerinin değerlendirilmesi gerekeceği-
Taraflar arasında geçerli olarak kurulan sözleşmenin, 5.2.1947 tarih, 20/6 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı anlamında bir inanç sözleşmesi niteliğini taşımadığı-
Asıl borcun kararlaştırılan zamanda ve yerde ifa edilmemesi halinde “ifaya eklenen cezai şart”ın uygulanacağı, taraflar ifaya ekli ceza ile asıl borcun zamanında ve belirlenen yerde ifa edilme ihtimalini kuvvetlendirmek istediğinden cezanın istenebilmesi için kural olarak, alacaklının (iş sahibinin) ifayı talepten vazgeçmemesi gerekeceği, eş söyleyişle, sözleşmenin feshedilmemiş ayakta tutulmuş olması gerekeceği, olumlu zarar kapsamında bulunan ifaya ekli cezanın -sözleşmede ayrık bir düzenleme yoksa- sözleşme varlığını sürdürdüğü sürece talep edilebileceği, ayrıca, bu haktan açıkça feragat edilmemiş olması veya ifanın ihtirazi kayıt bildirilerek kabul edilmiş olmasının da gerekeceği-
Yüklenicinin sözleşme fiyatlarıyla işe devam etmesini beklemenin iyi niyet kurallarıyla bağdaşıp bağdaşmayacağının TMK. m.2 uyarınca çözümleneceği-
Muacceliyetin, bir borç ilişkisinde, alacaklının edimi isteyebileceği ve borçlunun da bu isteme uyarak, edimi ifa etmekle yükümlü olduğu anı belirleyeceği, bir başka deyişle, söz konusu anda borcun, ifa kabiliyeti kazanacağı ve alacaklının yine o anda edimi kabul etmekle yükümlü olacağı, bir alacağın ya da borcun muaccel olmasının, ilke olarak edimin ifası için öngörülmüş bulunan vadenin dolmasıyla gerçekleşeceği, borcun ifası için öngörülen vade kanundan, işin özelliklerinden ya da dürüstlük kuralından çıkarılamıyorsa, bu durumda, BK m. 74 hükmü (şimdi; TBK. mad. 90) gereğince, borcun "hemen ifa ve derhal icrası talep edilebilir" hükmünün uygulama bulacağı, 5198 sayılı Kanunun 11. maddesi ile anılan Yasanın 80. maddesine getirilen düzenlemenin, yürürlük tarihi olan 6.7.2004 tarihinden sonra muaccel olan alacaklara uygulanmasının gerekeceği-
Davalı TEDAŞ’ın yaptığı işin mahiyeti gereği, yüksek özen yükümlülüğü nedeniyle kusurlu olduğu ve Yüksek Gerilim Yönetmeliği de göz önünde bulundurularak, Hukuk Genel Kurulu’nca da benimsenen; zarar kapsamı ve tarafların kusur oranlarının yeniden belirlenmesinin gerekeceği-
Ortak hesap türü ayırımını sağlayan tek ölçütün, banka nezdindeki hesap üzerinde birlikte alacaklıların tasarruf yetkilerinin şekli olduğu, ilkinde her bir mudinin banka hesabı üzerinde diğerlerinin katılımı olmaksızın tasarruf edebileceği, buna karşın birlikte imzalı ortak hesapta her bir mudinin tek başına hesap üzerinde tasarruf edemeyeceği, bankanın ancak bütün mudilere birlikte ödeme yaparsa borcundan kurtulmuş olacağı, teselsüllü müşterek hesabın açılması sırasında hesabı açtıranın dışındaki diğer hesap sahiplerinin imzalarının bulunmaması ancak, teselsüllü müşterek hesap sözleşmesinde tüm hesap sahiplerinin sözleşmeyi imzalamaları halinde sözleşmenin yürürlüğe gireceği yönünde bir hüküm mevcutsa, sözleşmenin kuruluşuna engel olacağı, ortak hesap halinde alacaklılar arası teselsülün olacağı, müşterek hesaptaki payların, aksi iddia edilip kanıtlanmadıkça birbirine eşit olacağı-
Davacı Hazine, arazisinden izinsiz kum ve çakıl alınması şeklinde beliren davalının haksız eylemi nedeniyle sahip olduğu seçimlik hakkını zararın tazmini şeklinde kullandığına ve kısmi davayı açma izninin verildiği 7.7.1998 tarihinin, davacı idarenin zararı ve faili öğrenme tarihi olarak belirlendiğine göre eldeki davanın Borçlar Kanununun 60/1. maddesinde öngörülen bir yıllık zamanaşımı süresi geçtikten sonra açıldığı, zamanaşımı başlangıcının, taşınmazın eski hale getirilmesi koşuluna bağlanması isabetli olmayıp, davalı taraf süresinde zamanaşımı definde bulunduğundan mahkemece zamanaşımı nedeniyle davanın reddine karar verilmesinin isabetli olacağı-
Davacının görev süresinin uzatımının iptali, davalı idarenin takdirine dayalı olarak yapıldığından; bu durumun davacının kişilik haklarının ihlali niteliğinde sayılamayacağı-
İlke olarak, hukuken geçerli bir borç ilişkisinin bulunabilmesi için alacaklı ve borçlu olmak üzere iki tarafın varlığının aranacağı, bu ilkenin bir sonucu ise, alacaklısı ve borçlusu aynı olan bir borç ilişkisinin düşünülemeyeceği olduğu, aksi düşünce, bir kimsenin kendi alacağının borçlusu olması sonucunu doğuracağı, alacaklı ve borçlu sıfatının aynı kişide birleşmesine yol açan olayın hukuksal işlemden doğabileceği gibi kanundan da doğabileceği, birleşmenin söz konusu olabilmesi için alacak ve borcun aynı mal varlığına dahil olmasının gerekeceği, birleşmenin hukuki sonucu ise, alacak ve borcun kural olarak sona ermesi olacağı, birleşmenin yalnız asıl alacağı değil, ona bağlı fer’i hakları da sona erdireceği-