Davalılar hakkında kurulan ‘davalılardan veraset ilamındaki payları oranında alınarak davacıya verilmesi’ hükmünün gerekçeli kararda A, B, C, D, E maddelerinin ‘davalılardan müştereken ve müteselsilen alınarak davacıya ödenmesine’ şeklinde değiştirilmesi şeklinde yapılacak bir usul işlemine cevaz veren yasal düzenlemenin bulunmadığı, mahkemece yapılan tashih işleminin, hükmün değiştirilmesi mahiyetinde olduğu, hakimin dosyadan el çekmesinden sonra, hükümde anılan tarzda bir değişiklik yapma yetkisinin bulunmadığı da dikkate alındığında; yapılan tashih işleminin kısa karar ile gerekçeli kararın hüküm fıkraları arasında çelişki yarattığı, bu durumun, Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 294/3. maddesine aykırılık teşkil ettiği-
Mahkemece, dava dilekçesinde faiz talep edildiğine göre, mal rejiminin tasfiyesi ile davacı lehine hüküm altına alınan katılma alacağına, kararın verildiği tarihten geçerli olmak üzere faiz uygulanmasına karar verilmesi gerekirken faize ilişkin hüküm kurulmamasının doğru olmadığı, ne var ki, bu hususun yeniden yargılamayı gerektirmediği-
Mahkemece, dosya kapsamındaki delillerin hangisine neden üstünlük tanındığı anlaşılamamakta, deliller tartışılmadan ve değerlendirilmeden sonuca gidildiğinin görüldüğü, mahkemece, tarafların iddia ve savunmalarının özetini, anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususları, çekişmeli vakıalar hakkında toplanan delilleri, delillerin tartışılması ve değerlendirilmesini, sabit görülen vakıalarla bunlardan çıkarılan sonuç ve hukuki sebepleri içermeyen, gerekçesiz, Yargıtay denetimine elverişsiz şekilde hüküm kurulmasının doğru olmadığı-
HMK mad. 298/2 gereğince sonradan yazılacak gerekçeli kararın kısa karara uygun ve tefhim edilen kısa karara aykırı olmaması gerektiği, aksi durumda yargılamanın aleniyeti ilkesi zedelenmiş ve mahkeme kararına güven sarsılmış olacağı- Asıl olan tefhim edilen kısa karar olup, gerekçeli kararın kısa karara uygun olmaması, çelişki yaratacağı ve gerekçeli kararın yok hükmünde olacağı-
Dosya kapsamında dinlenilen tanıkların da davalıya karşı aynı mahiyette davalarının olması münasebeti ile dosya ya aldırılan kök ve ek raporlarda yapılan hesaplamaların tanık beyanlarına dayanan dönem ayrı puantaj kayıtlarının bulunduğu dönem ayrı değerlendirilerek yapıldığı, mahkeme tarafından verilen kararda ise taleple bağlı kalınarak hüküm kurulduğu, mahkeme tarafından taleple bağlı kalınarak hüküm kurulmasına rağmen gerekçede tanık beyanlarına itibar edilip edilmediğinin, davacının alacak kalemleri bakımından en fazla ne kadar talepte bulunabileceğinin açıklanmadığı, mahkeme kararının gerekçesi bu haliyle hükmü açıklamaya yeterli olmayıp bu durumun bozma sebebi olduğu-
Kararların gerekçeli olmasının tarafların yargıya güven duymasını sağladığı gibi kararı benimseyip benimsememesine bağlı olarak karara karşı gidilebilecek kanun yollarına gidip gitmemesinde de etkili olduğu ve bu durumun hak arama özgürlüğüyle ilişkili olduğu-
Kısa ve gerekçeli kararın hüküm fıkralarının, açık, anlaşılır, çelişkisiz ve uygulanabilir olması gerekmekle birlikte, kararın gerekçesinin de, sonucu ile tam bir uyum içinde, maddi olgular ile hüküm arasındaki mantıksal bağlantıyı gösterecek nitelikte olması gerektiği-
Bozma kapsamı dışında kalan hususlarda açıkça onama kararı bulunmadığından, bu haliyle kararın infazında tereddüt hasıl olacağından ve HGK kararları da bu yönde olduğundan mahkemece HMK'nin 297/2. maddesi gereği tüm talepler yönünden yeniden hüküm kurulması gerekeceği-
Tefhim edilen kararda "hükme ilişkin tüm hususların gerekçesi ile birlikte" açıklanmış olmaması dikkate alındığında, temyiz süresinin tefhim tarihinden itibaren başlatılmasının mümkün olmadığı, temyiz süresinin, gerekçeli kararın tebliğinden itibaren başlayacağı- İş kazası nedeniyle davacı işçinin iş göremezlik derecesinin % 10,1 olarak belirlendiği, olayın meydana gelmesinde davacı işçinin % 40 oranında, davalı işveren şirketin ise % 60 oranında kusurlu olduğu, uyuşmazlıkta, tarafların kusur durumu ve davacının maluliyet oranı, yaşı (23 yaşında genç bir erkek) ayrıca davacının uğradığı zarar ile (göz gibi çok önemli bir duyu organını önemli ölçüde kaybettiği) olayın meydana geldiği tarihteki paranın alım gücü dikkate alındığında hükmedilen manevi tazminat miktarının (10.000 TL) yerinde olduğu- "Talep edilen miktar davacının kusursuz olduğu kabulüne dayanmakta olup davacının kusuru %40 olarak belirlendiğine göre, tam kabule karar verilmesinin talepten fazlasına hükmedilmesi sonucunu doğuracağı" şeklindeki görüşün HGK tarafından benimsenmediği-
Kısa ve gerekçeli kararın hüküm fıkralarının, açık, anlaşılır, çelişkisiz ve uygulanabilir olması gerekmekle birlikte, kararın gerekçesinin de, sonucu ile tam bir uyum içinde, o davaya konu maddi olguların mahkemece nasıl nitelendirildiğini, kurulan hükmün hangi sebeplere ve hukuksal düzenlemelere dayandırıldığını ortaya koyacak, kısaca maddi olgular ile hüküm arasındaki mantıksal bağlantıyı gösterecek nitelikte olması gerektiği, tarafların o dava yönünden, hukuk düzenince hangi sebeple haklı veya haksız görüldüklerini anlayıp değerlendirebilmeleri ve Yargıtayın hukuka uygunluk denetimini yapabilmesi için, ortada, usulüne uygun şekilde oluşturulmuş, hükmün hangi sebeple o içerik ve kapsamda verildiğini ayrıntılarıyla gösteren, ifadeleri özenle seçilmiş ve kuşkuya yer vermeyecek açıklıktaki bir gerekçe bölümünün ve buna uyumlu hüküm fıkralarının bulunmasının zorunlu olduğu-