Tescil konusu taşınmazın, 27.03.2007 tarihinde yapılan kadastro çalışmaları sırasında paftasında yol olarak gösterilen bir yer olduğu, böyle bir yerin kazanılabilmesi için kamunun yararlanmasına terk ve tahsis edilen yerlerden bulunmamasının, kadim yol olmamasının ve paftasında gösterildiği tarihten itibaren 20 yıldan fazla süre ile koşullarına uygun olarak tasarruf edilmiş olmasının gerekeceği, somut olayda; çekişme konusu yerin, 27.04.2007 tarihinde paftasında yol olarak gösterildiği, eldeki davanın ise 14.09.2010 tarihinde açıldığı, Dairemiz’in yerleşmiş uygulamalarına göre, paftasında gösterildiği tarihten itibaren makul sayılabilen süre içerisinde açılmış bulunan davalara bakılmasının ve paftasında gösterildiği tarihten geriye doğru kazanmayı sağlayan sürenin nazara alınmasının gerekeceği-
Davanın kayyım huzurunda yürütülmesine karşı koymamasının dahi bir önemi ve hukuki kıymetinin bulunmadığı, tekrar belirtmek gerekir ki; bu tür davalarda Hazine’nin son mirasçı sıfatıyla TMK. nun 501. maddesi gereğince yer alabileceği ve Hazine’ye husumet yöneltileceği, mülkiyet hakkının, Anayasa ve yasalarda güvence altına alındığı, tapu iptali ve tescil davalarında öncelikle husumetin kayıt malikine, kayıt maliki ölmüş ise saptanacak mirasçılarına yöneltilerek açılacağı, ancak, kayıt maliki ve mirasçılarına yöneltilerek açılmış bir davanın bulunmadığı-
Paftasında gösterildiği tarihten itibaren makul sayılabilen süre içerisinde açılmış bulunan davalara bakılmasının ve paftasında gösterildiği tarihten geriye doğru kazanmayı sağlayan sürenin nazara alınmasının gerekeceği, mahkemece kazanma süresi ve koşullarının davacı yararına gerçekleşmediği ve tespitten itibaren dava tarihine kadar 20 yıllık zilyetlik süresinin dolmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmesinin gerekeceği-
Babasının ölümüyle terekenin elbirliği mülkiyet hükümlerine tabi olduğu- Terekeye tabi bir taşınmaz için bir veya birkaç mirasçının tek başına üçüncü kişi durumunda bulunan Hazineye karşı aktif dava açma sıfat ve hukuki ehliyeti bulunmadığından davanın reddine karar verilmesi gerektiği-
Zilyetlik maddi olaylardan olup, her türlü delille kanıtlanması mümkünken (3402 s.KK. m. 14/1) sadece yerel bilirkişi beyanları ile yetinilerek hüküm kurulması da doğru olmadığı gibi dava konusu taşınmaz tapuda Hazine adına kayıtlı olup tapu iptali ve tescil davalarının kayıt malikine yöneltilmesi gerekirken, taraf sıfatı bulunmayan S.lı Belediye Başkanlığı aleyhine açılan davanın husumetten reddine karar verilmemiş olmasının da doğru olmadığı-
3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 14. maddesi hükmüne göre; zilyetliğin bu Kanunda yazılı belgelerden birisi ile ispatı yoluna gidilmeyen hallerde, zilyedin aynı çalışma alanı içinde kazanabileceği miktarın sulu toprakta 40, kuru toprakta 100 dönümü geçmeyeceği-
Mahkemece sözleşmenin taşınmazları kapsadığı tespit edilirse tanık ve yerel bilirkişilerden sözleşmenin düzenlendiği 22.04.1985 tarihinden sonra taşınmazın kimin kullanımında bulunduğunun, O. P.'ın sözleşme tarihinden sonra taşınmazı kullanıp kullanmadığının, kullanmış ise hangi nedenle kullandığı sorularak zilyetliğin davacıya devredilip devredilmediğinin netleştirilmesinin, beyanlar arasında çelişki bulunması halinde HMK.nun 261. maddesince çelişkinin giderilmesine çalışılmalı, yerel bilirkişi ve tanık beyanları bilimsel esaslara göre hazırlanan bilirkişi raporlarıyla denetlenmesinin, ondan sonra toplanacak tüm deliller birlikte değerlendirilerek sonucuna göre bir karar verilmesinin gerekeceği-
Her iki dosyaya ait ve kesinleşecek ilamın bu halleriyle Tapu Sicil Müdürlüğü’nde infazının duraksama yarattığı, bu nedenle her iki dosyanın birleştirilmesi suretiyle davanın yürütülmesi ve gerçek hak sahiplerinin belirlenmesi sonucuna göre bir karar verilmesinin gerektiği, 2010/496 Esas sayılı dosyada H. davalı olduğu ve davacı sıfatını taşımadığı halde onun adına ayrıca hüküm kurulmasının usul ve kanuna aykırı olduğu-