Bir davanın kısmi dava olarak nitelendirilebilmesi için, alacağın tümünün aynı hukuki ilişkiden (örneğin iş sözleşmesinden) doğmuş olması ve bu alacağın şimdilik bir kesiminin dava edilmesi gerekeceği- Davalı tarafın arabuluculuk toplantısına mazeretsiz olarak katılmadığı ve sürecin bu nedenle sona erdiği anlaşılan arabuluculuk faaliyetinde, ücretin, arabuluculuk görüşmesine katılmayan davalıdan alınarak Hazine'ye gelir kaydına karar verilmesi gerekeceği- Geçerli bir mazeret göstermeksizin ilk toplantıya katılmaması sebebiyle arabuluculuk faaliyetinin sona ermesi durumunda toplantıya katılmayan taraf lehine vekâlet ücretine hükmedilemeyeceği-
Davacı taraf dava dışı şirket ile banka arasında imzalanan kredi sözleşmesinde 150.000TL limitle kefil olduğundan bahisle davalının kendisine gönderdiği ihtarname nedeniyle menfi tespit davası açmış olup, ihtarnamede davacının dahil olduğu asıl borçlu ve kefillerden toplam 585.334,48TL alacak talebinde bulunulmuş, davacı “şimdilik” kaydıyla fazlaya ilişkin hakları saklı tutarak ihtarnamede gösterilen bedelin 150.000TL’sinden borçlu olmadığının tespitine ve dava dilekçesinin sonuç kısmında da 150.000TL’den borçlu olmadığının tespitine karar verilmesini talep etmiş, davalı tarafça ihtarnameye konu alacak bakımından davacı kefil ile dava dışı asıl borçlu ve diğer kefiller hakkında ilamsız takip başlatılmış olup bu icra takibinde davacının kefalet limiti olan 150.000TL ile sınırlı sorumlu olduğu belirtilmiş olduğundan, eldeki menfi tespit davasının; kısmî dava niteliğinde olmayıp tam dava niteliğinde olduğu- 
İtirazın iptali davasının kısmı dava şeklinde açılabileceği-
Kıdem tazminatı tavanını öngören kuralın mutlak emredici nitelikte olduğu ve ücretin tarafların kabulünde olan garanti bölümünün tek başına, fesih tarihindeki kıdem tazminatı genel tavanını aştığı nazara alındığında, kıdem tazminatı yönünden belirsiz alacak davası açılmasında hukuki yarar bulunmadığı- Hukuki yarar dava şartı olduğundan, sonradan hakim tarafından verilecek süre ile davacı tarafından ya da mahkemece re’sen belirsiz alacak davasının kısmi dava türüne tahvil edilmesinin mümkün olmadığı, belirtilen talep yönünden davanın usulden reddine karar verilmesi gerektiği-
"Fazlaya ilişkin haklarımız saklı kaymak kaydıyla..." şeklinde açılan davalarda dava dilekçesinde açıkça 'belirsiz alacak davası' ifadesi yer almadığı sürece davanın kısmi dava olarak nitelendirileceği- Davacı vekili dava dilekçesinde “fazlaya ilişkin haklarımız saklı kalmak üzere” şeklinde beyanda bulunarak işçilik alacaklarına ilişkin talepte bulunmuş olsa da dava dilekçesinde davanın belirsiz alacak davası şeklinde açıldığına dair bir beyan yer almadığından davanın kısmi dava şeklinde açıldığı - Belirsiz alacak davası niteliği gereği istisnai bir dava türü olmakla davasını belirsiz alacak davası olarak açan kişi bunu açıkça dilekçesinde belirtmesi gerektiği- Davacı vekili “davamız belirsiz alacak davasıdır” şeklinde beyanda bulunmuş ise de; davanın türünün bu şekilde değiştirilmesine imkân bulunmadığı-
Yıllık izin ücretinin tabi olduğu zamanaşımı süresinin beş yıl olduğu- Kısmi olarak açılan davada, ıslah tarihi itibariyle, fesih tarihinin üzerinden beş yıldan fazla bir sürenin geçtiği, yıllık izin ücretinin tabi olduğu beş yıllık zamanaşımı süresinin dolduğu görüldüğünden, ıslah tarihi itibariyle zamanaşımı savunmasına değer verilmeden sonuca gidilmesinin hatalı olduğu-
Davanın, bonoda kayıtlı miktarın 15.500 TL'sinden dolayı borçlu olunmadığının tespiti istemine ilişkin olduğu, kural olarak bonoya dayalı iddiaların yazılı delille ispatının gerektiği, somut olayda davacı tarafından bononun geçersizliğine ya da bedelsizliğine ilişkin yazılı bir delil sunulamadığı, kaldı ki menfi tespit davalarının kısmi olarak açılmasının da mümkün olmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmesi gerekeceği-
Kira bedelinin tespiti davalarında fazlaya ilişkin hakların saklı tutulamayacağı ve saklı tutulan bu hakla ilgili olarak ıslah talebinde bulunulamayacağı-
Kira bedelinin tespiti davalarında fazlaya ilişkin haklar saklı tutulamayacağı ve saklı tutulan bu hakla ilgili olarak ıslah talebinde bulunulamayacağı-
İlk dava sırasında "protez bedeli" için ayrı bir hesaplama yapılmasının gerekmesi üzerine, ek dilekçe ile protez bedelini takipsiz bıraktıklarını ve sonraki ıslah dilekçesi ile de "protez bedeli, bakıcı ücreti de dâhil olmak üzere tüm tedavi giderlerine ilişkin taleplerini, bu konuda tüm ve fazlaya ilişkin haklarını saklı tutarak takipsiz bıraktıklarını" beliren ve ilk davada takipsiz bırakılan ayrı kalemler (farklı alacaklar) için yeni bir dava açan davacının talep konuları birbirinden bağımsız nitelikte olduğundan, her iki dava arasında kısmi dava - ek dava ilişkisi bulunmadığı- İlk davanın hüküm fıkrası ile ikinci davaya ait talep sonucu da aynı olmadığından ortada maddi anlamda kesin hükmün varlığından da söz edilemeyeceği- Davacı mevcut davada da alacağının kaynağını ilk davada gösterilen trafik kazasına dayandırmış ve ilk davada, olayda "hatır taşıması" olduğu savunulmuşsa da, mahkemece "kazada hatır taşımasının bulunmadığı" şeklindeki maddi vakıa zımnen kabul edilerek miktarından indirime gidilmeksizin tazminat hükmedilen karar, olayda hatır taşıması bulunduğunu savunan davalı tarafça temyiz edilmeksizin kesinleşmiş, ilam icraya konulmuş ve yapılan ödeme karşılığı ibraname alınmış olduğundan, trafik kazasında hatır taşıması bulunmadığı yönündeki maddi vakıanın taraflar arasında kabul edilerek kesinleşmiş olacağı ve ilk hüküm kesin hüküm etkisi yaratmasa bile, somut olaydaki bu durum aynı maddi vakıaya (trafik kazasında hatır taşımasının olmadığına) dayalı olarak açılan eldeki davada unsur etkisi oluşturduğundan, mahkemece "hatır taşımasının uygulanmaması gerektiğine" ilişkin olarak verilen direnme kararı sonuç itibariyle yerinde olduğu- "Eldeki dava, ilk davadan bağımsız olarak düşünülmesi gerektiğinden, önceki davada indirim yapılmamış olmasının bu davada "kesin delil" oluşturmayacağı, ilk davada dahi "hatır taşıması" olduğu yönünde savunmada bulunulduğu, yaralının içinde bulunduğu aracın işleten tarafından hatır için kullandırıldığının dosya kapsamından net olarak anlaşılabildiği" şeklindeki görüşün HGK çoğunluğunca benimsenmediği-