Haciz yapılan ve davalı borçluya ait menkul mal kaydına rastlanmayan adresin davalı borçlunun annesine ait olduğu ve borçlunun bu adreste ikamet etmediği beyan edilmişse de; bu adresin davalı borçlunun vekaletnamesinde yazılı olan adres olduğunun anlaşılmasına, dosyadan bir kısım tebligatların yapıldığı anlaşılan adreste yaptırılan kolluk araştırmasında da bu adreste de davalı borçlunun bulunmamış olmasına, davalı borçlu için tapu, trafik ve bankalara yazılan haciz yazılarından da borçlu adına kayıtlı mal olmadığının anlaşılmasına göre; düzenlenen haciz tutanağının İİK 105.madde anlamında geçici aciz belgesi niteliğinde olduğu kabul edilerek davanın esasına girilmesi gerekeceği-
Tasarrufun iptali davalarında, davacının alacağının gerçek olup olmadığının ve davacı-alacaklı ile davalı-borçlu arasında takip konusu borcu doğuran ne gibi bir ilişki olduğunun araştırılmasının gerektiği; borcun dayanağı olan bonoda bedelin nakden ahzolunduğu bildirildiğine göre 110.000 TL tutarındaki paranın hangi bankadan ödendiği, davacının bu kadar yüksek miktardaki bir parayı ödünç verebilecek ekonomik durumu olup olmadığının soruşturulması, gerektiğinde davacı ile borçlu davalının ekonomik ve mali durumlarının araştırılması; şayet alacağın gerçek olduğu kanaatine varılırsa aciz hâlinin mevcut olup olmadığının belirlenmesi, ondan sonra toplanan ve toplanacak olan tüm kanıtlar birlikte değerlendirilerek hasıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerektiği- Ayrıca, takip konusu bononun tanzim tarihi ile vade tarihi arasında iki yıllık bir sürenin ve vade tarihinden takip tarihine kadar da iki yıla yakın bir sürenin bulunması nedenleri üzerinde durulması gerektiği-
Mahkemece, davacının bedelsiz satış veya alacaklılardan mal kaçırma iddiasının usulüne uygun bir biçimde ispatlanamadığı, buna karşın davalının dava konusu taşınmazı satın alabilecek ekonomik imkanları bulunduğu, taraflar arasında yakın akrabalık bulunmadığı anlaşıldığından davanın reddine karar verilmesinin isabetli olduğu-
Tasarrufun iptali davasına konu takip dosyasındaki borç ile ilgili olarak davalı borçlu şirket tarafından açılan ve kabulüne karar verilen menfi tesbit davasının kesinleşen sonucunun beklenerek, kararın bu hali ile kesinleşmesi halinde davanın ön koşul yokluğundan reddine, aksi durumda esasla ilgili olarak karar verilmesi gerekeceği- Birleşen davaya konu havuz, balık, destekleme vs.lerin devrine ilişkin işlem tutarının ne olduğunun gerekirse bilirkişi aracılığı ile belirlenerek, bu bedel ve tekne değerinin toplamı alacak miktarıyla kıyasalanarak yargılama giderinin belirlenmesi gerektiği-
Yüksek meblağlı borcun kaynağına ilişkin borçlunun makul, ikna edici savunma getiremediği, delil bilgi ve belge sunmaması, açıklamaları ile takip sürecindeki davranışların hayatın olağan akışına aykırı bulunmadığının nazara alındığında borçlu ile üçüncü kişi davalı arasındaki bono düzenlemesinin ve icra takibinin mal kaçırmak amacıyla, alacaklıların zararına yapıldığının kabulü ile davalılar arasındaki tasarrufun iptaline karar verilmesinde isabetsizlik olmadığı - Üçüncü kişi ile dördüncü kişi arasında dosya alacağının bir kısmının temlik edilmesi işleminde ise, temel borç ilişkisi ve takibin muvazaalı olması, temlik tarihinden öncesinde çeşitli defalar borç verilmesi ve temlikin de bu sebeple yapıldığını savunulmuşsa da, dördüncü kişi davalının yakın arkadaşı diğer davalının borçlu ile muameledeki niyetini, amacını çok iyi bilebilecek konumda bulunması, ödünç olduğu savunulan meblağların hayatın olağan akışına aykırı biçimde küsuratlı rakamlar içerdiği, havale/EFT dekontlarında bir açıklama bulunmadığı bu sebeple mahkemece havalelerin borcun tediyesi kapsamında bulunduğu kabul edilerek, temlikin alacaklıların zararın yapıldığı, davalının kötü niyetli olduğu benimsenerek bu tasarrufun da iptal edilmesinde herhangi bir usulsüzlük olmadığı-
Bilirkişilerce "borçlulara ait ve geçerlilik süresi devam eden, üzerinde haciz bulunan maden ruhsatlarının değerleri üzerinde davacıya ait ve bu davanın konusu olan icra dosyası borçlarının sırasına göre borcu karşılayıp karşılamayacağı"-önceden mahkemelerce alınan bilirkişi raporları ile birlikte- değerlendirilerek, borçlunun aciz halinin var olup olmadığının tesbiti sağlandıktan sonra tasarrufun iptali davasında karar verilmesi gerektiği-
Davacının dava dayanağı olan, kesinleşmiş takip dosyalarındaki haciz sırasını, bunlardan önceki diğer alacaklıların takip konusu alacakların da tesbit edilerek, davacının tüm takip dosyalarındaki borcu karşılama imkanı olup olmadığı değerlendirilerek oluşacak sonuca göre karar verilmesi gerektiği- Yargılama sırasında dava konusu alacak, davacı tarafından, başkasına devredildiğine göre davacı tarafından açılan davanın, aktif husumet yokluğu söz konusu olduğu-
Davacı "ihalenin muvazaalı olduğunu" değil, ihaleye "borçlu hesabına", "borçlunun çalışanı" olan davalı üçüncü kişi tarafından girilerek, bedelin aslında borçlu tarafından ödendiği iddiasında olup, borçlu adreslerinde yapılan hacizlerde, borçlu çalışanı olarak hazır bulunan, hacizli malları yed-i emin olarak teslim alan davalıların tesadüfen orada bulunduğu yönündeki iddiasının dinlenmeyeceği-  Tasarrufun iptali davasına bakan mahkemece, davalı üçüncü kişinin, "borçlu çalışanı" olarak kabul edilerek, "ihale bedellerini ödeme gücü olup olmadığı", "bu ihale alımının borçlu adına yapılıp yapılmadığı" hususlarının değerlendirmesi gerektiği- Davalı borçlunun ticari defterleri ile davalı üçüncü kişinin taşınmazları sattığı dava dışı şirketlerin ticari defterleri üzerinde bilirkişi aracılığı ile inceleme yapılarak, bu şirketlere satıştan önce veya sonrasında devam eden ticari ilişkide olup olmadığının da araştırılması gerektiği-
Davacı banka tarafından davalı borçluya çekilen ihtarnamede davalı borçlunun çeşitli krediler kullandığının görüldüğü, buna göre en eski tarihli kredi olan kobi destek kredisinin tarihinin ticari ilişkinin başlangıç tarihi olarak kabul edilmesi gerekeceği, bu durumda taraflar arasındaki ticari ilişkinin tasarruf tarihinden önceye dayandığının anlaşıldığı-
İİK'nun 277 ve devamı maddelerine dayanılarak açılmış tasarrufun iptali istemi- Aciz belgesinin dava açılmadan, dava açıldıktan sonra veya temyiz aşamasından ve hatta hükmün Yargıtay'ca onanmasından veya bozulmasından sonra bile sunulma olanağı bulunduğu-