Borçlunun kendi yaptığı tasarruflar için dava açılması mümkün olduğu gibi para­sını kendi verdiği ancak muvazaalı olarak başkası adına tescil edilen mallar için de dava açılmasının mümkün olduğu, bu gibi tasarrufların nam-ı müstear olarak adlandırıldığı- Davalı borçlu şirket tarafından diğer davalı adına taşınmaz satın alınması dava edilmiş olmasına göre gerçek kişilerin hangi şartlar dahilinde bu taşınmaza sahip olabilecekleri, davalılar arasındaki organik bağlantının olup olmadığı üzerinde de durularak hasıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerektiği-
Kesinleşen miktardaki vergi borcu yönünden dava şartının gerçekleştiği, borçlunun davaya konu bir kısım taşınmazlardaki hissesini davalı 3. kişiye sattığı, bu tarih itibariyle henüz vergi incelemesinin dahi başlamadığı, satış bedeli ve tanık anlatımları dikkate alındığında satışın gerçek bir satış olduğu, muvazaalı işlem olmadığı, dava konusu bir kısım parsellerin ise halen borçlu adına kayıtlı olduğu, bir parselinde dava dışı bir kişi adına kayıtlı olduğu gerekçesiyle bu parseller yönünden davanın reddine, diğer davalıya satılan taşınmaz yönünden ise baba-oğul olmaları nedeniyle bu parsele yönelik davanın kabulüne karar verilmesinin isabetli olduğu- 6183 sayılı Kanunun uygulanmasından doğan her türlü davalar için avukatlık ücretinin maktu olarak belirlenmesi gerektiği-
Tasarrufun ip­tali davalarının görülebilmesi için, tasarrufun iptali istenilen işlemin borcun doğumundan sonra gerçekleşmiş olması gerektiği- İptali istenilen işlemin icra takibi olması halinde, icra takibinin başlangıç tarihinin önemli olduğu-
Dava konusu taşınmazın tapu kaydı üzerinde Aile Mahkemesi ilamının şerh verilmiş olması ve bu şerhin üçüncü kişileri bağlayıcı özelliğiyle onlar yönünden de hüküm ifade etmesi nedeniyle, davacı alacaklının "boşanma davası sırasında protokol ile dava konusu taşınmazı davalıya bırakılması" sebebiyle tasarrufun iptali davası açmakta "hukuki yararı" olduğu-
Mahkemece, dava konusu taşınmazın 2004 yılında davalıların anneleri tarafından satın alındığı, davalı taşınmazı ipotek vererek kredi çekerek aldığı ve daha sonra annenin isteği üzerine kardeşine devredildiği işlemlerin mal kaçırma amacı ile yapıldığı kanıtlanmadığından bahisle davanın reddine karar verilmesi gerekeceği-
Satış ile üçüncü kişiye geçen mülkiyetin, tasarrufun iptaline karar verilmesi ile borçluya geri dönmeyeceği, taşınmazın mülkiyetinin üçüncü kişiye ait olduğu- Tasarrufun iptali davası, takip alacaklısı ile takip borçlusu ve taşınmaz maliki arasında görülmüş olup, anılan davada ipotek alacaklısı banka taraf olmadığı gibi ipoteğin kaldırılması da söz konusu olmadığından, tesis edilen ipotek bedelinin hala rüçhanlı alacak kapsamında olacağı ve ihale bedelinin, şikayetçi bankanın rüçhanlı alacağını karşılamaması halinde, ihalenin, İİK.nun 129. maddesi hükmüne uygun yapılmadığından feshine karar verilmesi gerekeceği-
Küçük bir ilçede üzerindeki hacizlerle birlikte satışa çıkarılmış ve aynı gün satılmış iki adet taşınmazla ilgili bu tasarrufların, davalının borçlunun mali durumunu bildiği veyahut bilmesi gerektiği gerçeği de göz önüne alınırsa iptale tabi olacağı-
İİK. mad. 277 ve izleyen maddelerde düzenlenen tasarrufun iptali davalarının görülebilmesi için, diğer dava koşullarının yanında tasarrufun iptali istenilen işlemin borcun doğumundan sonra gerçekleşmiş olması gerektiği- Takibe konu çekin süre gelen ticari ilişki nedeni ile verildiği, borç kaynağı olarak gösterilen bir kısım faturaların daha önce düzenlendiği, bir kısım malların ise faturasız gönderildiği belirtilmiş olup, borçlunun taki­be konu borç miktarı ile ilgili bir itirazı olmadığı ve takibin kesinleştiği görüldüğünden, iptali istenilen takip dayanağı borcun doğum tarihinin fatura düzenlenme tarihi olarak kabulü ile bu tarihten sonra yapılan satışlar yönünden inceleme yapılması gerektiği-
Takibe yönelik bir itirazı olmadığı gibi anılan takibin kesinleşmesinden sonra haciz de yapıl­mış olduğundan "dava şartının olduğu" gözetilerek davaya devam edilmesi gerekirken, mahkemece "takip alacaklısının davacı olmadığı" gerekçesi ile davanın reddine karar verilmesinin isabetsiz olduğu-
Davalı-borçlunun borçlu bulunmadığının tespitine dair verilen menfi tespit kararı kesinleşmiş olduğundan, tasarrufun iptali davasına bakan mahkemece davacının gerçek bir alacağının bulunmaması nedeniyle davanın reddine karar verilmesi gerektiği-