Mahkemece taşınmazın orman niteliği ile hazine adına tapuya tesciline karar verildiği, oysa Orman İdaresi’nin davada taraf olmadığı, kadastro tespitine de itiraz etmediği ve tespitin orman idaresi yönünden kesinleştiği, olayda Kadastro Kanununun 30. maddesinde öngörülen hallerin de bulunmadığı, buna rağmen taşınmazın orman olarak tesciline karar verilmesinin yasaya aykırı olacağı-
Hazinece açılan ve Devletin hüküm ve tasarrufundaki yerdir iddiasını içeren davalarda ( 10 ) yıllık hak düşürücü sürenin dikkate alınmayacağının, kararlılık kazanmış yargısal uygulamada benimsendiği, taşınmazın makilik olarak tefrik edildiği, 1952 yılından itibaren kadastro tesbitinin yapıldığı 1963 yılına kadar ( 20 ) yıllık zilyetlikle mülk edinme süresinin dolmadığı, böylece taşınmazın Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan yer niteliğini kaybetmediği ve hak düşürücü sürenin geçtiğinden söz edilemeyeceği, hal böyle olunca işin esası incelenip davalılar yararına kazandırıcı zamanaşımı yolu ile mülk edinme koşullarının oluşmadığı gözetilerek davanın kabulüne karar verilmesi gerekeceği-
Tapu tahsis belgesi iptal edilmedikçe, geçerliliğini koruyacağı –
Ölünceye kadar bakıp gözetme sözleşmesinin, taraflarına karşılıklı hak ve borçlar yükleyen bir bağıt olduğu, başka bir anlatımla ivazlı sözleşme türlerinden olduğu, özellikle yakın akrabalara yapılan temlik işlemlerinde sözleşmenin düzenlendiği tarihte bakım alacaklısının özel bakım gereksinimi içerisinde bulunması zorunlu olmadığı gibi, bu ihtiyacın sözleşmeden sonra doğması ya da alacaklının ölümüne kadar çok kısa bir süre sürmüş olmasının sözleşmenin geçerliliğine etkili olamayacağı, miras bırakanın, ölünceye kadar bakıp gözetme karşılığı yaptığı temlikin muvazaa ile illetli olup olmadığının belirlenebilmesi için; sözleşme tarihinde murisin yaşı, fiziki ve genel sağlık durumu, aile koşulları ve ilişkileri, elinde bulunan malvarlığının miktarı, temlik edilen malın, tüm mamelekine oranı, bunun makul karşılanabilecek bir sınırda kalıp kalmadığı gibi bilgi ve olguların gözönünde tutulmasının gerekeceği-
Mülkiyet hukukunun iktisabı için hukuken mevcut bir şahsın bulunmasının gerekeceği, 3402 sayılı kanun hükümlerince tespit tutanağının yasal biçimde tamamlanmasının ancak tutanağın mülkiyet hanesine gerçek ve hukuken varolan bir kişinin yazılması ve geometrik durumunu tespit edilmesi koşuluna bağlı olacağı, bu iki koşulun tespit edilmediği bir tutanağın 3402 sayılı yasanın buyruğu doğrultusunda tamamlanmış sayılmayacağı, daha doğrusu, bu eksiklikleri içeren tespit tutanağına itibar edilemeyeceği için hakkında 3402 sayılı yasa hükümlerinin de uygulanamayacağı, 10 yıllık hak düşürücü sürenin davada uygulanmayacağı-
Davacı tarafın dayandığı tapu kayıtlarındaki tarlaların tespit edilemediği, bu hudutların tespiti için taraflara tanık dinletme imkanının sağlanmadığı, mahkemece bozma ilamında işaret edilen noksanlıklar tümüyle giderilmeden hüküm kurulmasının hatalı olacağı ve davacı tarafın dayanağını oluşturan tapu kayıtlarının gayri sabit hudutlu olup, miktarı ile geçerli olacağı, taşınmaz üzerinde davacı tarafın zilyetliğinin bulunmadığının kesin olarak belirlendiği, bu durumda arazinin niteliği ve kullanım durumu nazara alınarak, kayıt miktar fazlasının davalı veya hazine adına tescil edilip edilmeyeceğinin tartışılmamasının da usul ve yasaya aykırı olacağı-
Davacının, haricen satın almaya ve MK.nun 650. maddesine dayanarak davalı payından 275/3675 kadarının adına tescilini istediği, harici satışın geçersizliğinin doğru olduğu, yalnız, davalı dışındakilerin kabul beyanlarına rağmen MK.nun 650. maddesine dayanarak davacıya pay tefrikinin; temyiz eden davalının muvafakatı olmaması ve karşı çıkması nedeniyle kabul edilemeyeceği ve MK.nun 650. maddesinin bu durumda uygulanamayacağı, ifraz imkânı sorulup, eğer ifraz mümkündür şeklinde cevap olursa o zaman MK.nun 650. maddesi ve ayrıca diğer davalıların kabul beyanları değerlendirilerek bir sonuca gitmenin mümkün olabileceği-
16 sayılı bağımsız bölümün, yükleniciye edimi karşılığı bırakılan yerlerden olduğu, yüklenicinin bu bağımsız bölümü isteyebilmesi için inşaatın sözleşmeye uygun olarak bitirilmesinin şart olduğu, eğer inşaat bütünü ile yapılmış ve tamamlanması için pek az bir yer kalmış ise buranın yüklenici tarafından yapılması ve böylece inşaatın bitirilmesi, ya da bu miktar eksiklik, arsa sahipleri tarafından kabulü tahammül edilebilecek boyutlarda görülür ise, gene bedeli arsa sahiplerine ödenmek koşulu ile, bu yerin mülkiyetinin yükleniciye verilebileceği, yüklenicinin, böyle bir durumdaki gayrimenkulü BK.nun 162. maddesi (şimdi; TBK. mad. 183) gereğince temlik ederse, temellük eden kişiler toplu ifa ile inşaatı tamamlayıp bitirdikten sonra yükleniciye halef olarak tescil davası açabileceği-
Satış vaadi uyarınca tapu iptali ve tescil isteğine ilişkin davada, bedelin ödenmediği iddiasında bulunan davacılar, yargılama sırasında bedeli depo etmiş, taşınmazlar da teslim edildiğine göre, zamanaşımı definin dinlenemeyeceği- Sözleşmenin geçerli olup olmadığının, önceden açılan "muris ile davacı arasında yapılan sözleşmenin murisin âkit tarihinde akli melekelerinin yerinde olmadığı"ndan bahisle "aktin iptali" davasında değil, tescil davası kapsamında mütalaa edilmesi gerektiği-
Şufalı payın ilişkin bulunduğu taşınmazın paydaşlar arasında rızai olarak taksim edildiği ve uzun zamandan beri taksim biçimine uygun şekilde kullanıldığı; bu durumda kullanma şekline ses çıkarmayan, belli ve muayyen bir yeri kullanan tarafın, davalıya satışı yapılan yine belli ve muayyen bir pay için şufa hakkını kullanması MK. 2. maddesinde sözü geçen iyiniyet kuralı ile bağdaşmayacağından şufa davasının reddinin gerekeceği-