Mahkemece, davacı tarafın alacak talebi hakkında yazılı şekilde kabul kararı verilmiş ise de; hüküm incelendiğinde ortada denetlenebilecek gerekçeli bir karar olmadığının anlaşıldığı, hüküm gerekçesinde, 1553 ve 748 parseller yönünden, bu taşınmazların 2002 öncesi edinildiği, davacı tarafın katkısını ispat edemediği bu nedenle bu taşınmazlara yönelik talebin reddedildiği, 1460,1522, 1542,1550 ve 1617 parseldeki taşınmazlar yönünden ise, edinim tarihleri nazar ve dikkate alınarak kök ve ek bilirkişi raporları doğrultusunda evlilik birliği içinde edinilen malların ½ oranında davacı yönünden davanın kabulüne karar verilmiş ise de, hükmedilen alacağın ne miktarda olduğu gerekçe ve hüküm fıkrasından anlaşılamadığı gibi, hangi taşınmaz için ne miktarda, hangi alacak kalemine hükmedildiğinin de anlaşılamadığı, mahkemece her bir taşınmaz için kabul edilen alacağın HMK'nin 297. maddesi gereği açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gerekirken, yazılı şekilde ne miktarda alacağa hükmedildiği anlaşılamayacak şekilde hüküm tesisinin doğru olmadığı-
El atmanın önlenmesi ve ecrimisil isteği-
Mahkemece verilen boşanma kararında, tarafların kimlik bilgilerine yer verilmediği- Boşanmaya karar verilmesi halinde, kararda "tarafların Türkiye Cumhuriyeti kimlik numarasının, adı soyadının, doğum yeri ve tarihinin, baba ve ana adları ile kadının evlenmeden önceki soyadının, aile kütüğünde kayıtlı olduğu yer bilgilerinin, evlilik içinde doğmuş çocuklar ve bunların kimlik bilgilerinin" yer alması gerektiği-
İpotek aktinde yer alan, ipoteğin nakdi ve gayri nakdi diğer tüm kredi sözleşmelerinden kaynaklanan, doğmuş ve doğacak tüm alacakların teminatı olmak üzere tesis edildiğine ilişkin kayıtların tüketici olan borçlu yönünden yazılmamış sayılacağı- Sıra cetveline ilişkin şikayetlerde, alacaklıların ne miktar için hangi sıralarda yer alması gerektiğinin saptanması, cetvelin hukuka uygun olmayan kısımlarının gösterilmesi, bu çerçevede işlem yapılması için, icra mahkemesince, icra müdürüne (İİK'nın 17. maddesine kıyasen) talimat vermesi gerektiğinden, iptal nedenlerinin gerekçede belirtilmesi ve hüküm fıkrasında gerekçe tekrar edilmeden sıra cetvelinin iptaline karar vermekle yetinilmesi ve eda hükmü kurulmaması gerektiği-
Mahkemece, kıdem tazminatı bakımından hüküm tesis edilmiş ise de, dava dilekçesinde talep edilmeyen bir alacağın, ıslah dilekçesiyle istenilmesinin mümkün olmadığı, mahkemece, davacının dava dilekçesindeki talebi dışına çıkılmak suretiyle, bilirkişi raporunda belirlenen kıdem tazminatına hükmedilmesi usul ve yasaya aykırı olduğu gibi, dava dilekçesinde talep ettiği hafta tatili bakımından olumlu ya da olumsuz hüküm tesis edilmemesinin de kararın bozulmasını gerektirdiği- Davacının ihbar tazminatı talebi olmadığı halde, kararın gerekçesinde "Davalı işveren tarafından ihbar önellerine uyularak yapılmış bir fesih ihbarı yoktur. Davacı kıdem ve ihbar tazminatına hak kazanmıştır." denilmesinin yerinde olmadığı, gösterilen gerekçenin dosya kapsamına uygun olmamasının doğru olmadığı-
Davalının karşı dava olarak istediği alacak talebi hakkında olumlu veya olumsuz hüküm kurulmamıştır. Ayrıca mahkemece davalı – karşı davacının takas mahsup talebi de kararın gerekçesinde değerlendirilmediği, iddia, savunma ve tarafların delilleri değerlendirilerek, Anayasa’nın 141. maddesine ve HMK mad. 297'ye uygun şekilde hem asıl dava hem karşı dava hakkında gerekçe tesis edilmesi suretiyle bir karar verilmesi gerektiği-
22. HD. 20.02.2019 T. E: 2017/20281, K: 3806-
Davanın, kayıt maliklerinin gaipliklerine ve adlarına kayıtlı payların 5737 Sayılı Yasa'nın 17. maddesi hükmü uyarınca vakfı adına iptal ve tescil edilmesi isteği ile açıldığı, ne var ki mahkemece gaiplik istemi hakkında olumlu ya da olumsuz bir hüküm oluşturulmadığı, hâl böyle olunca, davacının gaiplik isteği bakımından 6100 Sayılı HMK’nun 294,297/2 (1086 Sayılı HUMK’nun 381 ve 388/son) maddeleri gözetilerek bir karar verilmesi gerekirken bu konuda olumlu ya da olumsuz bir karar verilmemesinin doğru olmadığı-
Tapulu taşınmazların intikallerinde, huzur ve güveni koruma, toplum düzenini sağlama uğruna, tapu kaydında ismi geçmeyen ama asıl malik olanın hakkı feda edildiğinden iktisapta bulunan kişinin, iyi niyetli olup olmadığının tam olarak tespitinin büyük önem taşıdığı, gerçekten bir yanda tapu sicilinin doğruluğuna inanarak iktisapta bulunduğunu ileri süren kimsenin diğer yanda ise kendisi için maddi, hatta bazı hallerde manevi büyük değer taşıyan ayni hakkını yitirme tehlikesi ile karşı karşıya kalan önceki malikin bulunduğu, bu nedenle, yüzeysel ve şekilci bir araştırma ve yaklaşımın büyük mağduriyetlere yol açacağı, kişilerin Devlet'e ve adalete olan güven ve saygısını sarsacağı ve yasa koyucunun amacının ilk bakışta, şeklen iyi niyetli gözükeni değil, gerçekten iyiniyetli olan kişiyi korumak olduğu hususlarının daima göz önünde tutulması, bu yönde tüm delillerin toplanıp derinliğine irdelenmesi ve değerlendirilmesi gerektiği, nitekim bu görüşten hareketle, "kötü niyet iddiasının def'i değil itiraz olduğu, iddia ve müdafaanın genişletilmesi yasağına tabii olmaksızın her zaman ileri sürülebileceği ve mahkemece kendiliğinden (re'sen) nazara alınacağı” ilkelerinin 08.11.1991 tarih l990/4 esas l99l/3 sayılı İçtdihadı Birleştirme Kararında kabul edildiği, bilimsel görüşlerin de aynı doğrultuda geliştiği, somut olaya gelince, dinlenen tanık beyanlarından ve dosya kapsamında yer alan bilgi ve belgelerden, davalının çekişme konusu taşınmazdaki payı edinmesi sırasında kötüniyetli olduğu hususunun davacılar tarafından kanıtlanamadığı- Çekişme konusu taşınmazda mirasbırakan tarafından pay temlik edildiği halde, pay oranı ve tapu maliki belirtilmeden, davacılarla irtibat kurulmadan hüküm kurulmuş olmasının isabetli olmadığı-
Mahkemece bozma sonrası tesis edilen hükümde, çalışma süresi bakımından üsse giriş çıkış kayıtlarına itibar edildiği açıklanmış olmasına karşın, davacının hangi açık tarih aralığında çalıştığının esas alındığı kararda yazılmadığı; aylık ücretin ne miktarda kabul edildiğinin de belirtilmediği; toplam alacak miktarı bakımından da bir hesaplama yapılmaksızın dava dilekçesindeki talep miktarıyla bağlı kalınarak karar verildiğinin ifade edildiği, bu şekilde tesis edilen gerekçenin, Anayasa’nın 141. maddesine ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 297. maddesine uygun olmadığı-