Alacak “likit” nitelikte olduğunda, inkâr tazminatına karar verilmesi gerekeceği-
Uyuşmazlık alım-satım akdine dayalı fatura bedelinden kaynaklanmaktadır. Davalı icra dairesinin yetkisine ve borca itiraz etmekle birlikte, akdi ilişki konusunda bir beyanda bulunmamıştır. Davacı taraf “mal satıp teslim ettiğine” dair fatura v.b. belgeleri dosyaya sunmuştur. O halde mahkemenin yetki itirazını hadise şeklinde inceleyip, irsaliye v.b. belgelerdeki imzalar yönünden davalının isticvabı yoluna gidilip, sonucuna göre karar vermesi gerekirken, “mahkemenin takibin yetkili icra dairesinde açılmadığı”ndan, davanın reddine karar vermesinin bozmayı gerektireceği-
İcra takibine ve davaya esas alınan ‘’Alım-Satım ve Komisyon Anlaşması’’ başlıklı evrakta; taşınmaz satıcısı adına isim ve imzası yer almış böylece alıcı ile satıcı karşılaştırılıp, akdin gerçekleşmesi için tellallık hizmeti verilmiş gibi gösterilmiş ise de, “adı geçen şahsın tapu maliki olmadığı gibi, kayıt malikince yetkilendirilmiş vekili de olmadığı” tanık beyanı ile sabit olduğu, böylece mevcut sözleşme bir telalık sözleşmesi kabul edilemeyeceği gibi, salt yer göstermeye dayalı telalık ücreti istenmesi de mümkün değildir. Kaldı ki taşınmazını satan kayıt malikinin, alım- satıma aracılık etmesi hususunda davacıyı yetkilendirdiği yönünde bir iddia ve delil de dosyada yer almamaktadır. Bu durumda; davacının, alıcı ile satıcının alım-satım akdinin gerçekleştirme yönünde iradelerini uyuşturduğu, böylece aracılık(tellallık) hizmetini gerçekleştirdiği kabul edilemeyeceğinden, istemin reddi gerekeceği-
Mahkemece yapılan yargılama sonunda “davanın kabulüne” karar verilmişse de, takip tarihi itibarıyla geçerli olan avans faiz oranının belirlenmesinde hataya düşüldüğünden, bu hususun düzeltilerek, kararın onanması gerekeceği-
Davalı (haksız eylemi işleyen) (BK. md.41; şimdi; TBK. mad. 49) ve 506 Sayılı Yasa gereği zarar görene; rücu kurallarına göre de Kurum’a karşı Borçlar Kanununun 50 ve 51 (şimdi; TBK. mad. 61-62) anlamında dayanışmalı sorumlu olup, Davacı Kurum’un ödediği tedavi giderlerinin tamamını; gerek Borçlar Kanunu’ndaki haksız fiil kuralları; gerekse 506 Sayılı Yasa’nın 39. maddesi gereğince, kanundan dolayı davalı ve olaya karışan kişilerin tamamından rücuen isteyebileceği; zararın oluşumunda davacının hiçbir kusuru bulunmadığı; o nedenle ödenen giderimin tümünden davalının sorumlu olduğunun kabul edilmesinin gerekeceği-
Dava dilekçesinde temel ilişkiye dayanılarak davanın açıldığı açıklanmamıştır. Davanın açıklanması taraflara, hukuki nitelemesi hâkime ait olduğundan, her ne kadar davacı tarafından açılan davanın dayanağı zamanaşımına uğramış çeklere dayanıyorsa da, çeklerde ciro bulunmamasından dolayı, taraflar arasında temel ilişkinin bulunup bulunmadığı konusunda davacıya açıklama yapması için olanak sağlanması, temel ilişkinin varlığı halinde zamanaşımına uğramış çeklerin yazılı delil başlangıcı olacağının gözetilmesi, ayrıca davalı “ödeme” iddiasında bulunması karşısında ispat külfetinin yer değiştireceği göz önüne alınarak karar oluşturulması gerekeceği-
Mahkemece “süresinde bankaya ibraz edilip karşılıksız çıkan çekin bankaca sorumlu olduğu miktarın ödenmemesi üzerine başlatılan icra takibine vaki itirazın kaldırılması ve takibin asıl alacak üzerinden yürütülmesi, takip tarihinden itibaren yasal faiz yürütülmesine icra inkâr tazminatına hükmetmeye yer olmadığına” yönelik kararının yerinde olacağı-
Mahkeme kararına esas alınan bilirkişi raporu kendi içinde çelişik olup, bu durum karşısında mahkemece yapılacak iş davalı ve davacı arasındaki sözleşme hükümleri irdelenerek konusunda uzman 3 kişilik bilirkişi kurulundan yeni bir rapor alınarak varılacak sonuca göre karar gerekeceği-
Taraflarca ortaklaşa belirlenmiş bir ödeme günü bulunmadığında, alacaklının ihtarından itibaren borç muaccel hale geleceğinden, davada da takipten önce temerrüt ihtarı çekilmemiş olduğundan, taraflar arasındaki sözleşmede de bu konuda bir kayıt bulunmadığından, mahkemece bu yön üzerinde durulmadan hüküm tesis edilmesinin bozmayı gerektireceği-
Çek karnesi verirken bankanın gerekli özeni göstermediğini iddia edebilmek için, çek hamilinin keşideci ve cirantalara karşı gerekli dava ve takipleri yapıp bunların sonucunda çabalarının semeresiz kaldığını ispatlaması durumunda, iddiasını davaya dönüştürebileceği-