Tasarruf tarihine yakın tarihte üçüncü kişinin hesabından çekilen paranın tasarrufa yapılan ödeme olarak değerlendirileceği- Taşınmazın rayiç ve anlaşma değeri kadar bir ödemenin yapıldığı sabitken, üçüncü kişinin "tasarruf tarihinden 7 ay sonra kendisine yapılan mahsül satışının satış bedelinden düşüldüğünü" belirtmesi halinde, "satıştan 7 ay sonra yapılan ödemenin alacağa mahsuben yapıldığının ve bu nedenle mutad ödeme olmadığının" kabul edilemeyeceği, mahkemece "tasarrufun iptali davasının reddine" karar verilmesi gerektiği-
Önceki Yargıtay ilamında "taşınmazların dava tarihinde davacı adına hacizli olduğu görüldüğünden, taşınmazları sattırarak alacağını alma imkanına sahip olan davacının tasarrufun iptali davası açmakta hukuki yararının olmadığı" belirtilmişse de; dava konusu taşınmazın hacizlerle birlikte davalı üçüncü kişiye devrinden ve üzerindeki hacizlerin kaldırılmasından sonra tasarrufun iptali davasının açıldığı anlaşıldığından, davacının bu davayı açmakta hukuki yararının olduğu-
İcra ve İflas Kanununun 277 ve izleyen maddelerinde düzenlenen tasarrufun iptali davalarında amacın, borçlunun haciz ya da iflasından önce yaptığı ve aslında geçerli olan bazı tasarrufların geçersiz ya da "iyiniyet kurallarına aykırılık" nedeniyle alacaklıya karşı sonuçsuz kalmasını ve dolayısıyla o mal üzerinden cebri icraya devamla alacağın tahsilini sağlamak olduğu- Bu tür davaların dinlenebilmesi için, davacının borçludaki alacağının gerçek olması, borçlu hakkındaki icra takibinin kesinleşmiş olması, iptali istenen tasarrufun takip konusu borçtan sonra yapılmış olması ve borçlu hakkında alınmış kesin veya geçici aciz belgesinin (İİK'nun 277 md) bulunması gerektiği- Davalı borçlunun iddia edildiği gibi banka hesabında para bulunması halinde dosya borcunu karşılayıp karşılayamayacağı belirlenerek davalı borçlunun aciz halinin değerlendirilmesi gerektiği-
Davacı alacaklı takibe konu senedin tanzim tarihinde borçluya taşınmaz sattığından, aralarında bir alacak-borç ilişkisinin bulunduğu ve sadece bu alacağın fahiş olmasının alacağın gerçekte var olmadığı anlamına gelmeyeceği- Borçlu adresinde yapılan haciz sırasında, borçlunun "davacıya borcu olmadığını, senedi dava dışı şirkete verdiğini, alacaklı olan şahsın anılan şirketin yetkilisinin abisi olduğunu, ödeme yapmayacağını" belirttiği ve bu açıklamaların, davacı alacaklı ile davalı borçlunun birlikte hareket etmekten ziyade aralarında uyuşmazlık olduğunu gösterdiği- Davalı üçüncü kişi şirket vekili avukat karardan önce vekillikten çekilerek bu bilgiyi de müvekkiline bildirildiğinden ve adı geçen davalı davasını yeni bir vekil ile de takip edilmediğinden, bu davalı lehine vekalet ücretine hükmedilemeyeceği- Dava ön koşul yokluğundan reddedildiğinden AAÜT'nin 7/1. maddesi gereğince maktu vekalet ücretine hükmedilmesi gerekeceği-
Tasarrufun iptali davası sırasında alınan ihtiyati haczin, -iptal davası karar tarihine göre- kesin hacze dönüştüğü tarih, satış talebi ile satışın gerçekleştiği tarih gözetildiğinde, şikayetçinin satış talebinin süresinde olmadığı ve satışın şikayetçinin satış talep etme süresi geçtikten sonra yapıldığı anlaşıldığından, şikayetçinin haczinin düştüğü- İİK.nun 107. maddesinde yer alan düzenlemenin satış istemeyen alacaklı lehine uygulanabilmesi için satışın bu alacaklının satış isteme süresi geçmeden yapılmış olması gerektiği-
Asıl dava ile birleştirilen davaların açıldığı tarihte yürürlükte bulunan 6762 s. TTK uyarınca, asliye ticaret mahkemesi ile asliye hukuk mahkemesi arasındaki ilişki görev değil iş bölümü ilişkisi olduğundan, birleştirilen davaların açıldığı tarihte yürürlükte bulunan 6762 sayılı TTK'nın 4/6. maddesi gereğince, uyuşmazlığın, ticaret mahkemesinde görülüp sonuçlandırılması gerektiği-  Görevli mahkemede yargılaması yapılan davalar bakımından yapılan incelemede; davalının icra ceza mahkemsinde beyanlarından davalıların komşu olmaları ve görüştükleri dikkate alındığında, davalının borçlunun mal kaçırma kastını bildiği veya bilebilecek durumda olan kişilerden olduğu, davalının, davalının boşandığı eşinin kardeşi olduğu anlaşıldığından, borçlunun mal kaçırma kastını bildiği veya bilebilecek durumda olan kişilerden olduğu- Davalı yönünden ise; İİK'nin 278. maddesi kapsamında, taşınmazın satış değeri ile satış tarihindeki gerçek rayiç değeri arasında misli farkın bulunduğu anlaşıldığından davanın bedele dönüştüğü gözetilerek kabulüne karar verilmesinin isabetli olduğu-  Üzerinde ipotek bulunan taşınmazın kıymet taktir raporuna göre takibe konu alacağı karşılamadığı-
Borçlunun kardeşi olan üçüncü kişinin borçlunun mali durumunu bilebilecek şahıslardan olduğu- Üçüncü kişiden taşınmazı satın alan dördüncü kişi yönünden bir değerlendirme yapılmadan ondan satın alan beşinci kişi hakkında değerlendirme yapılamayacağı- Satışlar silsilesi içerisinde her bir davalı ve satış ile ilgili olarak İİK 277 vd.na göre iptal koşullarının değerlendirilmesi gerektiği- Dördüncü kişi yönünden iptal koşullarının bulunmaması halinde beşinci kişi hakkında değerlendirme yapılmadan, davalı üçüncü kişinin bedel ile sorumlu tutulması gerektiği- Dördüncü kişi yönünden iptal koşullarının bulunması halinde, beşinci kişi kötü niyetli kabul edildiğinden, beşinci kişiden bağımsız bölümleri satın alan kişilerin davaya dahili veya davanın bedele dönüştürüp dönüştürmeyeceği davacıya sorularak, bedele dönüşme halinde davalı beşinci kişi hakkında elinden çıkardığı tarihteki taşınmaz bedeli ile sorumlu olduğuna hükmedilmesi gerektiği-
Muvazaa (TBK 19) hukuksal nedenine dayalı iptal davasına konu taşınmazın davalı üçüncü kişi tarafından da elden çıkarılması ve davacının tazminat talebinde bulunması halinde, davacının talebinin haksız fiil niteliğindeki eylem nedeniyle uğranılan zararın tazminini de kapsadığının kabulü ile bu doğrultuda değerlendirilme yapılması gerektiği-
6183 Sayılı AATUHK’nun 24 ve izleyen maddelerinde düzenlenen tasarrufun iptali davalarında amacın, borçlunun haciz yada iflasından önce yaptığı ve aslında geçerli olan bazı tasarrufların geçersiz ya da "iyiniyet kurallarına aykırılık" nedeniyle alacaklıya karşı sonuçsuz kalmasını ve dolayısıyla o mal üzerinden cebri icraya devamla alacağın tahsilini sağlamak olduğu- Bu davaların görülebilmesi için diğer dava koşulları yanında kesinleşmiş bir alacağın varlığı ve yargılama boyunca da alacağın varlığının devam etmesinin gerekli olduğu- Davacının alacağının yargılama sırasında tamamen ödenmesi halinde 'konusuz kalan dava hakkında karar verilmesine yer olmadığına' karar verilmesi gerekeceği-
Tasarrufun iptali davaları mutlak ticari dava niteliğinde olmayıp şahsi nitelikte ve borçlunun tasarruflarına yönelik olduğundan, Asliye Hukuk Mahkemelerinin görevine girdiği ve öte yandan 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunun yürürlüğe girdiği 01/07/2012 tarihinden itibaren açılan davalarda artık Asliye Ticaret Mahkemesi ile Asliye Hukuk Mahkemesi arasında iş bölümü değil 'görev ilişkisi' olduğundan, 01/07/2012 tarihinden sonra açılacak tasarrufun iptali davalarının artık Ticaret Mahkemesinde açılamayacağı-