Nermik mevkiindeki taşınmazın kayalık niteliğinde olmadığının, bir başka anlatımla uzun zamandan beri ekilip sürülen tarla niteliğinde olduğunun anlaşıldığı, ancak, Sebah mevkiindeki taşınmazın dava ve keşif tarihi itibariyle de imar ve ihyasının yapılmadığının, hiçbir tarımsal faaliyetin olmadığının belirlendiği, dinlenen davacı tanığının Nermik mevkiindeki taşınmazın önceden davacının miras bırakanına ait iken bu kişinin sağlığında bu yeri davacıya verdiğini söylediği, bu durumda, dava konusu bu taşınmazın tereke malı olmaktan çıktığı, dolayısıyla TMK.nun 640, 701 ve 702. maddeleri uyarınca dava koşulunun aranmasına gerek bulunmadığı-
Zilyedin, 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 14. maddesinde sayılan belgelerden hiç birine dayanmadan, salt zilyetlik yoluyla aynı çalışma alanında kazanacağı miktarın kuru arazide 100, sulu arazi de ise 40 dönümü geçemeyeceği, buna göre, tescili istenen taşınmazların kuru-sulu ayırımının önem arz ettiği-
Dava konusu taşınmazın dört tarafının mer'a ile çevrili olduğunun dosya kapsamındaki araştırma, bilgi ve belgelerden anlaşıldığı, bu durumun, bu konumdaki yerlerin, mer'anın bütünlüğünü bozarak mer'adan açıldığı, mer'anın devamı ve parçası olduğu ve öncesinin mer'a niteliğinde bulunduğu sonucunu gösterdiği, öte yandan davacı mülkiyet sağlayıcı herhangi bir belge ve kayda dayanmadığına göre dört tarafı eylemli mer'a ile çevrili olan ve mer'a ile aralarında doğal ve değişmez sınır bulunmayan bir yerin öncesinin mer'a olduğunun kabulünün gerekeceği, mer'aların Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan yerlerden olduğu, mer'aların, özel mülkiyete konu olamayacakları gibi zilyetlik ve kazandırıcı zamanaşımı yoluyla da iktisap edilemeyecekleri, bu sebeple davanın reddine karar verilmesi gerekirken kabulüne karar verilmiş olmasının doğru olmadığı-
Kural olarak, taşlık niteliğiyle tescil harici bırakılan taşınmazların emek ve para sarfedilerek imar ve ihya işleminin tamamlanmasının, tamamlandığı tarihten itibaren en az 20 yıl süreyle davasız ve aralıksız olarak zilyet edilmesinin gerekeceği-
Zilyedin, 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 14. maddesinde sayılan belgelerden hiç birine dayanmadan, salt zilyetlik yoluyla aynı çalışma alanında kazanacağı miktarın kuru arazide 100, sulu arazide ise 40 dönümü geçemeyeceği-
Kural olarak; kadim meraların öncesi itibarıyla bilinmeyen bir zamandan beri o yöre insanının hayvanlarının otlatılmasına bırakılan yerler olduğu, böyle bir yer üzerinde sürdürülen zilyetlik süresinin, neye ulaşırsa ulaşsın ilgilileri lehine mülkiyet kazanılmasına imkan sağlamadığı-
Zilyedin, 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 14. maddesinde sayılan belgelerden hiçbirine dayanmadan, salt zilyetlik yoluyla aynı çalışma alanında kazanacağı miktarın kuru arazide 100, sulu arazi de ise 40 dönümü geçemeyeceği, buna göre, tescili istenen taşınmazların kuru-sulu ayırımının önem arz ettiği-
TMK.713/2. maddesine dayalı uyuşmazlıklarda, davanın başarıya ulaşması halinde kayıt malikinin mirasçıları olan davalı gerçek kişiler ile yasal hasım durumundaki Hazine’nin yargılama giderlerinden sorumlu tutulamayacakları, mahkemece bu hususun gözden kaçırılarak geriye kalan harcın, yargılama giderlerinin ve avukatlık ücretinin davalılardan alınmasına karar verilmiş olmasının da isabetli olmadığı-