Kural olarak davalının birden fazla olması halinde dava (takip) bunlardan birinin ikametgâhı mahkemesinde (icra dairesinde) açılır. Şayet alacaklı, takibe borçlulardan birinin ikametgâhı icra dairesinde girişmiş ve bu borçlu takibe de itiraz etmemişse diğeri yönünden de icra dairesinin yetkisi kesinleşecektir. Ne var ki, bu kuralın uygulanabilmesi için alacaklının borçlulardan en az birinin doğru ikametgâh adresinde takip yapması gerekir. Aksi halde yetki konusunda tercih hakkını doğru kullanmayan alacaklının bu hakkı karşı tarafa geçecek ve onun yetki itirazının göz önünde tutulması gerekecektir. Diğer yandan borçlulardan biri için özel yetkili bir icra dairesinde takip yapılması halinde 1086 sayılı HUMK’ nun 9/2 maddesinin 1. cümlesi hükmünün uygulanamayacağı-
Davacının zararın giderilmesi, dava konusu sulama kanallarının hasar verilmeden önceki duruma getirilmesi ile sağlanmış olacaktır. Şu durumda hükmedilecek tazminat miktarı, kanalların zararlı eylemden önceki durumu ile sonraki durumu arasındaki farktan ibarettir. Mahkemece hükme esas alınan bilirkişi raporunda belirlenen hasar giderildiğinde ise, dava konusu sulama kanalları eski durumlarına göre yenilenmiş ve daha iyi duruma getirilmiş olacaktır. Bu durumda kanalların yapım tarihine göre zaman içinde yıpranma durumu ve bakımsız oldukları nazara alınarak yıpranma bedelinin belirlenmesi ve hesaplanan zarardan indirilmesi gerekeceği-
Hazine’nin yasalar uyarınca kendisine verilen görevlerini yapmaması sonucu doğan zarar, ihmali nitelikteki idari eylemden doğmuş olup, bu tür idari eylemlerden kaynaklanan tazminat davalarının idari yargıda görülmesi gerekeceği-
Banka kredi kartlarına ilişkin uyuşmazlıkların, genel mahkemelerde görülmesi gerekeceği-
Davanın tarafları aynı değilse önceden başka bir dosyada verilmiş mahkeme hükmü bu davalılar yönünden kesin hüküm olarak kabul edilemeyeceği, ancak takdiri nitelikte güçlü delil olarak kabul edilebileceği-
Taraflar arasında akdedilen sözleşmenin hükümleri incelendiğinde hizmet sözleşmesi olarak nitelendirilmesi mümkün bulunmadığından, davaya bakma görevinin iş mahkemesine ait olmadığı-
Vade farkı talep edilebilmesi için taraflar arasında bu konuda yazılı bir sözleşme bulunması veya yanlar arasında süre gelen bir uygulama sonucu teamül oluşması gerekir. Mahkemece taraflar arasında vade farkı yönünden sözleşme veya fiili uygulama bulunup bulunmadığı tartışılmadan bilirkişi tarafından vade farkı alacağı olarak hesaplanan miktarı da davacı alacağı olarak kabul edilerek yazılı şekilde hüküm kurulmasının hükmün bozulmasına neden olacağı-
Borçlu, alacağın mevcudiyetine veya miktarına itiraz etmemiş, sadece yetki itirazı ile birlikte takip tarihinden itibaren işlemeye başlayan yasal faiz oranına itiraz etmiştir olduğundan, itirazın, icra mahkemesi tarafından inceleneceği, genel mahkemenin, hem yetkiye hem de esasa ilişkin itirazı birlikte inceleyeceğine ilişkin Yargıtay uygulamasına yanlış anlam yüklenerek, borçlunun asıl alacağın %40’ı oranında inkâr tazminatına mahkûm edilmesinin usul ve yasaya aykırı olacağı-
Davacı banka tarafından başlatılan icra takibinde takipten sonraki dönem için KKDF talep edilmiş olup, itirazın iptaline denilmek sureti ile bu kalem talebin tahsiline imkân sağlanmıştır. Oysa, takip sonrası dönem için KKDF talep olunamayacağı-
Mahkemece “çek hamili olan davacının ödenmeyen çek bedelini tahsili için 6 ay içinde icra takibi yapmadığı gibi TTK.’ nun 644, (şimdi; 732.) maddesi gereğince bir yıl içinde sebepsiz zenginleşme davası da açmadığı davacının çek bedelini davalıdan haricen tahsil ettiği ve bu sırada faiz alacağına ilişkin ihtirazı kayıt ileri sürmediği TBK.’ nun 131. maddesi gereğince fer’i nitelikteki faizin asıl borçla birlikte ortadan kalkacağı” gerekçesiyle “davanın reddine” karar vermiş olmasında yasaya aykırı bir yön bulunmadığı-