3402 sayılı Kadastro Kanununun 7/4. maddesine göre kadastro tutanağı düzenlenmeyen ve paftasında yol olarak gösterilen bu yerle ilgili olarak kadastroya tabi olması yolunda herhangi bir iddia vaki olmamış ve dava tarihine kadar geçen süre içerisinde hak arama yoluna başvurulmamış olduğundan; davanın, makul sürede açılmadığı ve dava konusu taşınmazın paftasında yol boşluğu olarak gösterildiği tarihten dava tarihine kadar 20 yıl geçmediği dikkate alınarak, reddine karar verilmesi gerekeceği-
Her ne kadar Kadastro Müdürlüğü’nden alınan yazı cevabında taşınmazın dere yatağı olarak tespit dışı bırakıldığı bildirilmiş ise de, somut ve bilimsel verilere dayalı olarak uzman bilirkişiler tarafından düzenlenen raporlarda, dava konusu taşınmazın öncesinde, derenin yatak değiştirmesi ile meydana gelen çakıl ve kaya bloklarından oluşan bir yer olduğunun anlaşıldığı, Yargıtay'ın içtihatlarına göre böyle bir yerin imar ve ihya yoluyla kazanılması mümkün olmadığı gibi güçlendirmek amacıyla getirilen toprak dışında, yoğun bir toprak taşınarak kaya bloklarının üzerinin doldurulmasının ve tarım arazisi haline dönüştürülmesinin de ihya sayılmayacağı-
Taşınmaz, davalının dava dışı üvey kardeşinden aldığı hisse satış suretiyle el değiştirdiğine ve kadastro sırasında da taşınmazın tamamının davalı adına tespit edilerek tapuya tescil edildiğine göre davalı üzerinde kalan ½ hissenin davacının annesinden miras yoluyla intikal eden hisse olduğunun kabulünün gerekeceği-
Davacı dava dilekçesinde yaklaşık 15 dönümlük yerin tesciline karar verilmesini istediği, teknik bilirkişice belirlenen miktarın ise 17368,33 m2 olduğu ve bu miktarın "yaklaşık" kavramı içerisinde değerlendirilmesi gerektiği halde istekle bağlı olarak hüküm kurulmasının yerinde olmadığı, kaldı ki, bu biçimde kurulan, hükmün de infaza elverişli olmadığı, çünkü teknik bilirkişinin rapor ve krokisinin 17368,33 m2 ye göre düzenlendiği, 15.000 m2 için düzenlenen bir rapor ve krokinin olmadığı, bu nedenle hükme esas alınan rapor ve krokinin TMK. nun 713/7. fıkrasına uygun olduğundan söz edilemeyeceği, anılan fıkra uyarınca rapor ve krokinin kararın eki sayılacağı-
Kural olarak, tanıklar hakkındaki hükümlerin yerel bilirkişiler hakkında da uygulanacağı, HUMK.nun 265. maddesi (HMK. m.261) uyarınca tanıkların ayrı ayrı dinlenilmesi öngörüldüğüne göre, yerel bilirkişilerinde birbirinden bağımsız olarak dinlenmesinin gerekeceği, zilyetlik maddi olaylardan olup, 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 14/1. maddesi uyarınca, yerel bilirkişi ve tanık dahil zilyetliğin her türlü delille kanıtlanmasının mümkün olduğu-
Davacı sadece kendi adına iptal ve tescil isteğinde bulunmuş tüm mirasçılar adına iptal ve tescile karar verilmesi konusunda herhangi bir isteği bulunmadığından terekeye dahil bir taşınmaz için bir veya birkaç mirasçının tek başına üçüncü kişilere karşı dava açma sıfat ve hukuki ehliyeti bulunmadığından davanın bu gerekçeyle yani dava koşulundan reddine karar verilmesi gerekeceği-
Her ne kadar Kadastro Müdürlüğü’nden alınan yazı cevabında taşınmazın dere yatağı olarak tespit dışı bırakıldığı bildirilmiş ise de, somut ve bilimsel verilere dayalı olarak uzman bilirkişiler tarafından düzenlenen raporlarda, dava konusu taşınmazın öncesinde, derenin yatak değiştirmesi ile meydana gelen çakıl ve kaya bloklarından oluşan bir yer olduğunun anlaşıldığı, Yargıtay'ın içtihatlarına göre böyle bir yerin imar ve ihya yoluyla kazanılması mümkün olmadığı gibi güçlendirmek amacıyla getirilen toprak dışında, yoğun bir toprak taşınarak kaya bloklarının üzerinin doldurulmasının ve tarım arazisi haline dönüştürülmesinin de ihya sayılmadığı-
Mahkemece taşınmazın niteliğinin ve kullanım süresinin ve başlangıç tarihinin belirlenmesine çalışılmasının gerekeceği, şahit ve bilirkişi sözlerinin ilmi esaslara göre hazırlanan bilirkişi raporlarıyla denetlenmesinin, taşınmaz üzerinde imar-ihya işlemlerine başlandığı ve tamamlandığı tarih ile tarımsal amaçlı zilyetlik başlangıç tarihi ayrı ayrı belirlendikten sonra iddia ve savunma çerçevesinde değerlendirilme yapılarak karar verilmesinin gerekeceği-