Davalının güven sarsıcı davranışlarda bulunduğu, davacının da manevi bağımsızlığı olmayan davalıyı evde ikamete zorladığı anlaşıldığından, taraflar arasında müşterek hayatı temelinden sarsacak derecede ve birliğin devamına imkan vermeyecek nitelikte bir geçimsizliğin mevcut ve sabit olduğu-
Davalı kadının yoksulluk nafakası isteminde bulunduğu boşanma davasında, ekonomik ve sosyal durumu araştırılıp, boşanma yüzünden yoksulluğa düşüp düşmeyeceği belirlenmeden eksik inceleme ve araştırma ile hüküm kurulmasının hatalı olacağı-
Davalının, davacının aşırı ısrarı üzerine mutlu olmak ümidi ile evlendiği, 50 gün süren bir evlilikten sonra 19 yaşında dul kaldığı, evlenmeden önce çalıştığı işten davacının verdiği güvenceye inanarak ayrıldığı, boşanma sonucunda kocasının desteğini yitirdiği, bu durum kadının muntazar (beklediği) menfaatinin haleldar edildiğini gösterdiğinden mahkemece kadın lehine maddi tazminata hükmedilmesi usul ve yasaya uygun olup direnme kararının onanması gerekeceği-
Yoksulluk nafakası tedbir niteliğinde olmadığından açık talep bulunmaması halinde hakim tarafından kendiliğinden takdir edilmesinin mümkün olmayacağı, yerleşik Yargıtay kararlarında da belirtildiği gibi, yoksulluk nafakasına hükmedilebilmesi için M.K.’nun 144. maddesindeki koşulların oluşması yanında öncelikle miktarı da belirtilmek suretiyle bu konuda açık istek olması gerekli olup, yoksulluk nafakası ile ilgili açık bir istek bulunmadığı halde istek dışına çıkılarak (H.U.M.K.74) mahkemece re’sen yoksulluk nafakasına hükmedilmesinin doğru olmayacağı, kaldı ki, yoksulluk nafakası boşanmanın eki niteliğinde olup, boşanma davası sırasında istenebileceği gibi, boşanmadan ayrı müstakil bir dava ile de istenebileceği-
Davacı kocanın iş ilişkisi dışında başka kadınlarla münasebeti olduğu hakkında yeterli ve inandırıcı delilin bulunmadığı, yemekte bir kadınla çekilmiş fotoğrafın duygusal ilişkiye delalet etmeyeceği, kocanın ağır bir hastalık geçirmesi sonucu ameliyat olmasına rağmen davalının davacı ile ilgilenmediği, bu nedenle de 6 yıldan beri ayrı yaşadıkları, bu halde taraflar arasında müşterek hayatı temelinden sarsacak derecede ve birliğin devamına imkan vermeyecek nitelikte bir geçimsizliğin mevcut ve sabit olduğu, olayların akışı karşısında davacının dava açmakta haklı olduğu, bu şartlar altında eşleri birlikte yaşamaya zorlamanın artık kanunen mümkün görülmemesine göre, boşanmaya karar verilmesi gerekeceği-
Her ne kadar, mahkemece, bozmadan sonraki 7.6.2001 günlü duruşmada, bozmaya karşı direnilmesine karar verildikten ve bu şekilde nihai hüküm kurulup, dosyadan el çekildikten sonra, yargılamaya devamla davalı vekiline esas hakkında beyanda bulunmak üzere süre verilmiş olması yargılama usulüne aykırı ise de, bu usuli yanlışlığın sonuca etkili olmayacağı ve sadece eleştirilmekle yetinilmesinin gerekeceği-
İkinci listedeki tanık beyanları hükme esas alınmasa dahi diğer tanıkların beyanlarından tarafların evliliğin başından beri sağlıklı bir birliktelik kuramadıkları, kadının rahat davranışları nedeniyle aralarına güvensizlik girdiği, kadının bu davranışları sonucu evlilikten beklenen sadakat ve güven duygusunun taraflar arasında gerçekleşmediği, davacının da alkol alışkanlığı nedeniyle evlilik birliğine gereği gibi sahip çıkamadığı, söylentilere engel olamadığı, sonuçta kamu düzeni açısından korunmaya değer bir evlilik birliğinin taraflar arasında söz konusu olmadığı ve temelinden sarsıldığı anlaşılmış olup,mahkemenin boşanmaya ilişkin kararının usul ve yasaya uygun olacağı-
Davada ibraz edilen delil listesinde gösterilen tanıklar dışında tanık dinlenemeyeceği ve ikinci bir liste verilemeyeceği-
Tarafların müşterek evliliklerinden olma çocuklarından 1988 doğumlu çocuk ile 1989 doğumlu çocuğun dava tarihinden 3-4 yıl evvelinden beri davalı baba yanında kaldıkları ve özellikle davacı annenin özellikle erkek çocuğu dövdüğünün anlaşılmasına göre bu iki çocuğun velayetinin davalı baba yerine anneye verilmesinin bozma sebebi olacağı-
Davacının bir başka bayanla kurduğu ilişki nedeniyle davalıya boşanma iradesini açıkladığı, eşyalarını almak için eve gelen davalıyı ayaklarından tutup sürüklediği, kızı ile birlikte Kırgızistan’dan dönen davalıya “seni eve aldığıma dua et” demesi üzerine davalının üst üste yaşadığı şok nedeniyle etkili eylem teşebbüsünde bulunduğu ve hakaretamiz söz söylediği anlaşılmakta ise de, bu tür davranışının davacının haksız ve davalıyı tahrik eden eylem sonucu gerçekleştiği bunun bir defaya mahsus tepki mahiyetinde olduğu, bu nedenle davalıya kusur yüklenemeyeceği aksi halde ağır kusurlu eşin tahrik edici hareketlerinin dozunu artırarak ve kusursuz eşin sinirlerini yıpratarak küçük düşürücü bir söz sarfetmesini ve bir tokat atmasını bekler hale geleceği, bu suretle de anılan hareketlerden birini tepki mahiyetinde gerçekleştiren kusursuz eşin ağır kusurlu sayılarak haksız tarafın yasalar karşısında korunması sonucunun doğacağı-