İçerik Akışı
Cebrî İcra Kanunu Taslağı
Adalet Bakanlığı bünyesinde kurulan İcra ve İflas Kanunu Bilim Komisyonunca hazırlanan Cebrî İcra Kanunu Taslağı, karşılaştırma cetveli ve görüş bildirim formu ile birlikte yayımlanmıştır.
İcra ve İflâs Hukukuna İlişkin 'Makale ve İnceleme Yazıları', 'Hukuki Mütalâalar' ve Yüksek Mahkemenin Önemli İçtihatları (Ücretsiz Kitap Duyurusu)
Sevgili Meslektaşlarıma...
Manisa Barosu - Meslek İçi Eğitim Programı
Konu: İcra ve İflas Hukukunun Güncel Sorunları - İcra ve İflas Hukukunun Tartışılan Yönleri
Sigortalılık statüsünün değerlendirilmesi- Taleple bağlılık- Anayasal insan hakkı-
Davacının ortağı olduğu iddia edilen dava dışı kollektif şirketteki ortaklık kayıtları getirtilerek bu şirketteki ortaklık sürelerinin netleştirilmesi gerektiği, şirketin faaliyet durumu araştırılarak 1479 sayılı Kanun kapsamında sigortalılık statüsünün değerlendirilmesi gerektiği, davacının 1479 sayılı Kanun'a tâbî sigortalı olduğunun anlaşılması durumunda dava konusu dönemde 506 sayılı Kanun kapsamında yapılan bildirimlerin denetim raporunda 1479 sayılı Kanun'a göre sigortalı olduğu, 506 sayılı Kanun kapsamında sigortalı olamayacağı belirtilmekle birlikte davacının 1479 sayılı Kanun kapsamındaki sigortalılığı ile ilgili bir belirleme yapılmadığı dikkate alınarak mahkemece davacının ilgili döneme ilişkin hangi sigortalılık statüsünde olduğunun tespitini talep ettiği yönünde beyanı alınarak dava konusunun belirlenmesi gerektiği, talebin 1479 sayılı Kanun kapsamında sigortalılık sürelerin tespitine ilişkin olduğunun anlaşılması hâlinde ilgili şirket kayıtları getirtilip eksiklikler tamamlandıktan sonra davalı Kurum işlemi ile İlk Derece Mahkemesi kararındaki tespitler irdelenip davacının talebi çerçevesinde karar verilmesi gerektiği, bu itibarla Bölge Adliye Mahkemesince davacının 506 sayılı Kanun kapsamında bildirilen ve Kurumca iptal edilen sigortalılık sürelerinin geçerli sayılmasını talep ettiği, taleple bağlılık kuralı gereği bu yönde inceleme yapılarak karar verildiği şeklindeki gerekçe ile sosyal güvenlik hakkının vazgeçilmez ve devredilemez anayasal bir insan hakkı olduğu gözden kaçırılarak somut olayda uygulanma yeri olmayan HMK’nın 26. maddesine vurgu yapılarak verilen direnme kararı usul ve yasaya uygun bulunmadığı-
Resmi şekle bağlılık- Tüketici aleyhine ileri sürme yasağı-
Ön ödemeli konut satış sözleşmelerinin geçerli olabilmesi için resmî şekilde düzenlenmeleri gerektiği, resmî şekle aykırılığın yaptırımı kesin hükümsüzlük olsa da 6502 sayılı TKHK'nın 41/1. maddesinde satıcıya sonradan sözleşmenin geçersizliğini tüketici aleyhine olacak şekilde ileri sürme yasağı getirildiğinden maddedeki koşulların bulunması hâlinde tüketicinin tescili isteyebileceği- Davacının, davalı ile davalı üçüncü kişinin el ve iş birliği içinde hareket ettiğini, davalının asıl hak sahibinden mal kaçırmak ve üzerine düşen borçtan kaçınmak için dava konusu bağımsız bölümü danışıklı olarak davalı üçüncü kişiye devrettiğini ileri sürerek eldeki davayı açtığı, davacının bu davayı açmaktaki amacının, danışıklı olduğunu ileri sürdüğü hukuki işlemlerin kendisi yönünden geçersizliğini sağlayarak taşınmazına kavuşmak olduğu, bu nedenle TBK’nın 19. maddesi ile TMK'nın 1023. maddeleri kapsamında davalı yüklenici şirket tarafından davalı üçüncü kişiye yapılan devrin muvazaalı olup olmadığının araştırılması ve sonucuna göre bir karar verilmesi gerektiği- "Satıcı konumundaki davalı şirketin davacı tüketici ile yaptığı sözleşmenin geçersizliğini ileri sürmediği, taşınmazı baskılar nedeniyle davalı üçüncü devrettiğini açıkladığı, davalı şirketin savunması dikkate alındığında 6502 sayılı TKHK'nın 41/1. maddesinin somut olayda uygulanamayacağı, dolayısıyla direnme kararının Özel Daire bozma kararında açıklanan nedenlerle bozulması gerektiği görüşü" ileri sürülmüş ise de bu görüşün Kurul çoğunluğunca benimsenmediği-
İşçilik alacağı- Arabuluculuk anlaşma belgesi-
Taraflar arasındaki işçilik alacağı davasından dolayı yapılan yargılamada, tarafların ödenmesi yönünde anlaştıkları miktarın, anlaşma belgesinde öngörülen vadelerde ödenmemesi hâlinde davacıya (alacaklıya) iki seçenek sunulmuş olup buna göre davacının isterse bir taksitin ödenmemesi nedeniyle muaccel olan diğer taksitleri için yasal işlem başlatabilecek; isterse ödenen miktarları mahsup ederek indirim yapılan bakiye alacaklar da dahil olmak üzere tüm alacakları için yasal yollara başvurabilecek; dava açabilecek veya icra takibi yapabilecek olduğu, tarafların anlaşmalarının temelinde, kararlaştırılan miktarın "tam ve eksiksiz ödenmesi" şartının yer aldığı, bu şartın davalı tarafından yerine getirilmediği ve davacının anlaşma belgesinde toplam miktarı belirtilmeyen alacaklarının tamamını dava konusu yapmayı tercih ettiği, tarafların arasındaki uyuşmazlığın arabuluculuk faaliyeti sonucunda imzalanan anlaşma belgesi ile kalıcı şekilde çözülerek sona erdiğini söylemenin mümkün görünmediği- Her davanın, açıldığı tarihteki fiili ve hukuki nedenlere göre hükme bağlanacağı, davalı vekilinin yargılama aşamasında banka dekontu sunarak son taksitin de ödendiğini, davacının, alacağının kalmadığını belirtmiş ise de davanın açıldığı tarih itibarıyla davalının anlaşma belgesi uyarınca ödemesi gereken son taksiti ödemediği, bu hâliyle ödemelerin tam ve eksiksiz şekilde yapılmadığı anlaşıldığından İlk Derece Mahkemesinin yargılama aşamasında son taksitin ödendiği, davalının geç de olsa sözleşmenin gereğini yerine getirdiğine dair direnme gerekçesi de yerinde olmadığı- "Anlaşma belgesinde yer alan, tarafların üzerinde anlaştıkları miktarın anlaşma belgesinde öngörülen vadelerde ödenmemesi hâlinde dava açabileceğine dair düzenlemenin anlaşmanın şarta bağlı olarak yapıldığı anlamına geldiği, anlaşma belgesi şarta bağlanamayacağından bu düzenlemenin geçersiz olduğu ancak 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun 27/2. maddesine göre sözleşmenin içerdiği hükümlerden bir kısmının hükümsüz olmasının diğerlerinin geçerliliğini etkilemeyeceği, bu nedenle arabuluculuk anlaşma belgesi ile anlaşılan hususlar hakkında dava açılamayacağından direnme kararının onanması gerektiği" görüşü ileri sürülmüş ise de bu görüşün Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmediği-
Kamulaştırma- İdarenin tazminat yükümlülüğü
Yıkım tarihinde yürürlükte olan, 3194 sayılı İmar Kanunu’nun "Yıkılacak derecede tehlikeli yapılar" başlıklı 39. maddesinde 04.07.2019 tarihli ve 7181 sayılı Kanun'un 12. maddesiyle yapılan değişiklikten önce "Bir kısmı veya tamamının yıkılacak derecede tehlikeli olduğu belediye veya valilik tarafından tespit edilen yapıların sahiplerine tehlike derecesine göre bunun izalesi için belediye veya valilikçe on gün içinde tebligat yapılır. Yapı sahibinin bulunmaması halinde binanın içindekilere tebligat yapılır. Onlar da bulunmazsa tebligat varakası tebliğ yerine kaim olmak üzere tehlikeli yapıya asılır ve keyfiyet muhtarla birlikte bir zabıtla tespit edilir” hükmünün öngörüldüğü; aynı maddenin yıkım için süre tanınması hakkındaki 2. fıkrasında ise; tebligatı müteakip süresi içinde yapı sahibi tarafından tamir edilerek veya yıktırılarak tehlike ortadan kaldırılmazsa bu işlerin belediye veya valilikçe yapılacağı ve masrafın %20 fazlası ile yapı sahibinden tahsil edileceğinin hüküm altına alındığı, dava konusu yapının Belediyece yıktırılmasının o tarihte yürürlükte bulunan usul ve yasa hükümlerine uygun olduğu, idarenin kanun tarafından kendisine tanınan yetki ve görevi dolayısıyla yaptığı yıkım sonucu uğranılan zarar nedeniyle tazminat sorumluluğunun bulunmadığı- Hukuk Genel Kurulu'ndaki görüşmeler sırasında "davalı, tehlikenin ortadan kaldırılması için süre verme yazısını gerek Belediye kayıtları gerekse adres kayıt sistemini kullanarak kanuna uygun bir şekilde ilgilisine tebliğ etmediğinden, yıkım sonucu uğranılan zarar nedeniyle tazminat sorumluluğunun bulunduğu, bu nedenle direnme kararının onanması gerektiği" ileri sürülmüşse de bu görüşün Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmediği- Karşı oy yazısında "yıkılan binanın imar planına göre yolda kalmakta olup taşınmazın tapusunun ise kişi adına kayıtlı olduğu, taşınmazın bulunduğu arsaya ilişkin bir kamulaştırma veya kamulaştırmasız el atma yok ise de yolun açılması sırasında binanın da kamulaştırılması gerekeceğinden binanın yıkılmış olmasını ileride yolun açılması amacına yönelik kamulaştırmasız el atma olarak kabul etmek gerektiği, söz konusu hükmün yıkılacak derecede tehlikeli binaların yıkımı için belediyeye yetki vermekte ise de yıkım işleminin hukuka uygun olduğundan söz edebilmek için bu madde hükmüne uygun bir işlemle yıkımın gerçekleştirilmesi gerektiği, aksi takdirde binanın hukuka aykırı bir şekilde yıkılmasının söz konusu olacağı, belediye tarafından binanın tehlike arzettiğine dair rapor alınmış ve tehlikenin izalesi veya yıkımın gerçekleştirilmesi için süre verilmesi yönünde karar verilmiş ise de bu kararın taşınmaz malikine tebliğ edilmediği, bu nedenle idare, ilgilisine kanuna uygun biçimde süre verme işlemi yapmadığından taşınmaz malikine tehlikenin giderilmesi için tamirat imkânı tanımadığı, hukuka aykırı bir şekilde idarece yıkım gerçekleştirildiğinden idarenin yıkım sonucu uğranılan zarar nedeniyle tazminat sorumluluğu bulunduğunun kabulü gerektiği"ne dikkat çekildiği-
Yurt dışındaki temsilciliğin aktif dava ehliyeti-
Davalının, merkezi İspanya'da bulunan bir banka olan şirket hakkında kendisine borçlu olduğundan bahisle icra takibi başlatıldığı, söz konusu takipte borçlu İspanyol şirket olarak gösterilmekle birlikte adres olarak Türkiye'deki temsilciliğin adresinin gösterildiği, temsilciliğin başındaki yetkili eldeki davayı açarak takip konusu borçla ilgilerinin bulunmadığını, hukuki ilişkinin asıl şirketle olduğunu, borç ilişkisinin tarafı olmadığını ileri sürerek menfi tespit talebinde bulunduğu, yargılama içerisinde icra tehdidi altında ödeme yapıldığını belirterek ödenen bedelin istirdadını istediği, mahkemenin bu şekilde açılan bir davada temsilciliğin aktif dava ehliyetinin olmadığı gerekçesiyle davayı reddettiği, Özel Daire davacının şirketi temsil yetkisi bulunmadığı sabit ise de bu dava şartı eksikliğinin şirketten alınacak bir vekâletname ile tamamlanabileceği gerekçesiyle bozma kararı tesis ettiği, bu hâliyle Özel Daire ve Mahkeme arasındaki anlaşmazlık yabancı bankanın Türkiye'deki temsilciliğinin eldeki davayı açıp açamayacağı noktasında düğümlendiği, söz konusu temsilciğin tek başına dava ehliyeti yahut şirketi temsile ilişkin genel hükümler anlamında kanuni temsil yetkisi bulunmuyor ise de TTK'nin istisnai bu duruma özgü olarak düzenlenen 103/1-b maddesi gereği yabancı tacir ile Türkiye'de faaliyet gösteren kişi arasındaki ilişki ne olursa olsun acente statüsünde sayılacağından bu maddenin sağladığı imkân dâhilinde yabancı şirketi temsilen dava açabileceği- "TTK'nin 103 ve 105. maddelerinin somut olayda uygulanmasının mümkün olmadığı, istisnai yetkinin 103. maddenin ilk cümlesinde açıkça öngörüldüğü üzere ancak başka bir kanunda buna engel bir hükmün var olmaması hâlinde söz konusu olabileceği, oysa somut olayda davacının BDDK izni ile faaliyet gösteren ve ilgili Yönetmelik ve Tebliğ gereği herhangi bir hukuki iş ve işlem içerisine girmesinin yasak olduğu, üstelik davanın şirket adına ve namına dile getirilmiş bir borçsuzluk yahut usulsüzlük iddiası üzerinden açılmadığı, tam aksine bizatihi temsilciliğin hukuken hiçbir işlemin tarafı ve muhatabı olamayacağı iddiasına dayanıldığı, şirketten ayrı bir hukuki varlığı olmayan irtibat bürosunun bu şekilde bir dava açamayacağı, davanın ancak ve ancak temsilciliğin başındaki gerçek kişinin icra takibinden çekinip bizzat kendi malvarlığından ödeme yapması hâlinde dinlenebilir olacağı, tam tersine ödemenin şirket tarafından yapıldığının belirtildiği gözetildiğinde dava ehliyeti ve temsilci sıfatı bulunmayan irtibat bürosunun kendi nam ve hesabına dava açması mümkün olmadığından mahkemenin tamamlanabilir bir dava şartı eksikliğinin söz konusu olmadığı yönündeki gerekçesinin haklı ve yerinde olduğu" görüşü dile getirilmiş ise de bu görüşlerin Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmediği-
Limited şirket- Tüzel kişilik perdesinin aralanması-
Davalı limited şirket ile diğer davalı şirketlerin adreslerinin, ortaklık yapılarının, yönetim kurullarının ve temsilcilerinin aynı olmadığı anlaşıldığı gibi faaliyet alanlarının ve hisse devirlerinin de benzer olmadığı, davalı limited şirket ile diğer davalı şirketler arasında hukuki, fiili ve organik hiçbir bağın bulunmadığı, nitekim mahkemece makine mühendisi, muhasebe finansman öğretim üyesi ve malî müşavirden oluşan üç kişilik bilirkişi heyetinden alınan raporda, davalı ile diğer davalı şirketlerin arasında dava konusu sözleşme ilişkisinin kurulduğu dönemi de kapsayan 2009-2017 yılları arasında cari hesap ilişkisinin bulunmadığı, davalı ile diğer davalı şirketlerin ortaklık yapılarında herhangi bir benzerlik olmadığı tespit edilmiş; davalı limited şirketin davacı alacaklıdan mal kaçırmak ve onu zarara uğratmak amacıyla kötüniyetli işlemler yaptığının da somut verilerle ortaya konulup ispatlanmadığı-
Tüketim ödüncü ipoteği- Uyarlama- Tahslil yolunun kullanılmaması-
Kesin borç (tüketim ödüncü) ipoteği, anapara yanında gecikme faizini ve icra takibi yapılmışsa takip masraflarını güvence altına almakta ise de, davacı tarafça, 2023 yılında açılan ipoteğin günümüz koşullarına uyarlanmasını talepli davaya kadar muaccel hâle gelen ipotek borcunun ödenmemesi nedeniyle tahsil yoluna gidilmemesi, tahsil yolunun kullanılmasına engel teşkil edecek fiilî ya da hukuki bir durumun da ileri sürülmemesi, somut olayda ipotek bedelinin uyarlanması koşullarının gerçekleşmediği anlaşıldığından davanın reddine karar verilmesinin isabetli olduğu-
