Sigorta sözleşmesinden kaynaklanan tazminat istemi- Daini mürtehin sıfatına haiz bankanın davalı ile aynı ortaklık içinde yer aldığı, sigorta ettiren ile aynı tüzel kişilik olduğu gözetildiğinde davaya muvafakat etmemesinin geçerli olup olmadığının TMK 2. maddesi çerçevesinde tartışılması, ondan sonra rehne konu borcun kaynağının araştırılması bakımından rehin ve poliçelere konu banka işlemlerinin getirilmesi, bu rehin kaydına göre murisin ne kadar borcunun kaldığının tespiti, temyiz aşamasında sunulan kredi geri ödeme planına göre de, murisin bankaya olan kredi borcunun son taksinin karar tarihinden önce olduğu gözetildiğinde, yargılama sırasında bitip bitmediği araştırılması, dain-i mürtehinin davaya muvafakatinin ya da kredi borcunun ödenmesine ilişkin hususun, sonradan tamamlanabilir dava şartı olduğu da gözetilerek rehne konu borç yönünden icra takibi başlatılıp başlatılmadığının, borcun tamamının ödenip ödenmediğinin araştırılması gerektiği-
“Prim İptal Başlangıçtan” başlıklı belgenin imzasız ve resmi belge niteliği taşımaması sebebi ile hükme esas alınmamasında bir isabetsizlik yok ise de bu ödeme planı karşısında, mahkemece, sigorta ettiren ile davalının ticari defterlerinin incelenerek, aralarında düzenlenen poliçelerin prim ödemeleri sebebi ile nasıl bir ticari örf geliştiğinin de tartışılmasının ve irdelenmesinin gerekli olduğu, zira sunulan bu belgenin, prim tahsiline ilişkin olarak taraflar arasında peşin ve makbuz ile ödeme dışında bir ödeme şeklinin kabul edildiğini düşündürdüğü, bu nedenle sigorta ettiren ile davalı arasında prim ödenmesine ilişkin oluşan ticari örfün de araştırılarak davaya konu olayda prim ödenmemesi sebebi ile poliçe tanziminden 6 gün sonra poliçelerin iptal edilmesinin geçerli olup olmadığının Türk Medeni kanununun 2. maddesi çerçevesinde tartışılmasının gerekli olduğu-
Konkordato talep eden borçlu lehine verilen teminat mektubunun, konkordato davasında, İİK mad. 287 vd. gereğince nakde çevrilmesinin engellenmesine yönelik tedbir karar verilemeyeceği-
Davalının dava konusu edilen taşınmazlardan yol geçirme eylemini davacının muvafakati ile yaptığı ve yol yapımı sebebi ile davacıya ödemede bulunduğu anlaşıldığından, kötüniyetli olarak kabul edilemeyeceği ve mahkemece ecrimisil istemi yönünden de davanın reddine karar verilmesi gerektiği-
Konkordato talep eden borçlu tarafından keşide edilen çeklere, çek kanunu ve ilgili mevzuat gereğince telafisi imkansız zararların oluşmaması adına karşılıksızdır şerhi verilmemesi yönünden tedbir kararının kabulü gerektiği-
Fesih için haklı sebepleri bulunduğunu iddia eden bir işçinin, muhtemel fesih tarihinden sonraki işsizlik sürecini ve geçim koşullarını nazara alarak, fesihten önce başka bir işe başvurmuş olması ve bu başvurusunun kabul edilmesinden sonra, iş sözleşmesini feshetmesinin, işverenden kaynaklanan haklı fesih olgusunu ortadan kaldırmayacağı gibi bu feshin kötüniyetli olduğu sonucunu da doğurmayacağı- Fesih iradesinin doğduğu anda değil de sonradan açıklanmasının, makul kabul edilebilir insanî kaygılardan kaynaklı olduğundan ve işvereni zarara uğratma kastı da bulunmadığından, hakkın kötüye kullanılması olarak nitelendirilemeyeceği- Haklı fesih sonucunu doğuran nedenler işverenden sadır olup, davacı işçilerce bu hak fiilen yeni işe başlanılmasından evvel kullanıldığı gibi fesihten önce iş başvurusu yapılıp kabul edilmesinden sonra kullanılmasının da makul kabul edilebilir insani kaygılardan kaynaklı olduğu anlaşıldığından, bu hakkın dürüstlük kuralına aykırı kullanıldığının kabul edilmesinin hakkaniyet ve adalet ilkesi ile de bağdaşmayacağı-
Sonradan kurulan davalı şirketin, asıl borçlu davalı şirketin aktif değerleri ile aynı sektörde faaliyetine devam ettiği, asıl borçlu şirketin ise gayri faal ve borçlarını ödeyemez durumda olduğu ve bu itibarla yeni kurulan davalı şirket ile asıl borçlu şirket arasında organik bağın ötesinde gerek yönetimsel, gerekse mal varlığı açısından iktisadi bütünlük olup birbirinin devamı mahiyetinde oldukları gözetildiğinde, sonradan kurulan davalı şirketin asıl borçlu davalı şirketin alacaklılarından mal kaçırmak amacıyla ve kötü niyetle kurulduğunun kabulü gerektiği- Tüzel kişilik perdesinin çapraz olarak aralanması koşullarının oluşması halinde, artık hukuki bakımdan mevcut olan duruma göre değil de, fiili duruma göre karar verilmesi gerektiği ve bu durumda davalı şirketlerin farklı tüzel kişiliklere sahip olduğu yolundaki savunmaların hakkın kötüye kullanılması niteliğinde olacağı, bu itibarla asıl borçlu davalı şirketin, davacı bankaya olan borcundan dolayı diğer davalı şirketin de sorumlu olduğu-
Fesih için haklı sebepleri bulunduğunu iddia eden bir işçinin, muhtemel fesih tarihinden sonraki işsizlik sürecini ve geçim koşullarını nazara alarak; fesihten önce başka bir işe başvurmuş olması ve bu başvurusunun kabul edilmesinden sonra, iş sözleşmesini feshetmesi, işverenden kaynaklanan haklı fesih olgusunu ortadan kaldırmayacağı gibi, bu feshin kötüniyetli olduğu sonucunu da doğurmayacağı, zira burada fesih iradesinin doğduğu anda değil de sonradan açıklanması, makul kabul edilebilir insanî kaygılardan kaynaklı olup, işvereni zarara uğratma kastı da bulunmadığından, hakkın kötüye kullanılması olarak nitelendirilmesinin yerinde olmadığı-
Davacının duruşmada bildirdiği adres “Bilinen son adres” olduğuna göre, kararın bu adres yerine, mernis adresine Tebligat Kanunu'nun 21/2. maddesine göre tebliğinin usulsüz olduğu ve kesinleştirme işlemi geçersiz olduğundan, davacının temyiz talebinin süresinde olduğu- Anlaşmalı boşanmaya ilişkin kararın dokuz yıl gibi uzun bir süre geçtikten sonra davalı tarafından tebliğe çıkarılmasının dürüstlük kuralına aykırı ve "hakkın kötüye kullanılması" niteliğinde olduğu-
Önalım davasına konu payın ilişkin bulunduğu taşınmaz, paydaşlarca özel olarak kendi aralarında taksim edilip her bir paydaş belirli bir kısmı kullanırken bunlardan biri kendisinin kullandığı yeri ve bu yere tekabül eden payı bir üçüncü şahsa satarsa; satıcı zamanında bu yerde hak iddia etmeyen davacının tapuda yapılan satış nedeniyle önalım hakkını kullanmasının dürüstlük kuralı ile bağdaşmayacağı, kötüniyet iddiasının davanın her aşamasında ileri sürülebileceği gibi; mahkemece kendiliğinden de nazara alınması gerekip, bu gibi halde; savunmanın genişletilmesinin söz konusu olmadığı, eylemli paylaşmanın varlığı halinde davanın reddi gerektiği-