Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; haksız fiil nedeniyle uğranılan manevi zararın tazmini istemi yönelik eldeki davada davacının dava açılış tarihi ile aynı tarihte ikametgâhını Kayseri iline taşıması karşısında yerleşim yerinin Kayseri ili olup olmadığı, buradan varılacak sonuca göre mahkemece davalının yetkisizlik itirazının kabulünün doğru olup olmadığı-
Taşınmaz mal satış vaadi sözleşmesinden doğan davalar için özel bir zamanaşımı süresi öngörülmediğinden, on yıllık zamanaşımı süresinin (TBK. 146) uygulanacağı ve bu sürenin, sözleşmenin ifa olanağının doğması ile işlemeye başlayacağı- Satışı vaat edilen taşınmaz, sözleşme ile veya fiilen satış vaadini kabul eden kişiye (vaat alacaklısına) teslim edilmişse on yıllık zamanaşımı süresi geçtikten sonra açılan davalarda zamanaşımı savunmasının dürüstlük kuralı ile bağdaşmayacağı- Gayrimenkul satış vaadi sözleşmesi gereğince davaya konu taşınmazın zilyetliğinin davacıya devredildiği, davacının dava tarihine kadar zilyetliğini çekişmesiz olarak sürdürdüğü anlaşıldığından, zilyetlik devam ettiği sürece zamanaşımı süresinin işlediğinden söz edilmeyeceği ve bu durumda, davanın zamanaşımı süresi geçtiğinden bahisle reddine karar verilmesinin hatalı olduğu-
KDV ile ilgili düzenlemeler kamu düzenine ilişkin olup, şikâyetçi taraf bozma kararına uyulmasını talep etse bile, yerel mahkemece kamu düzenine ilişkin konularda taraf iradelerinden bağımsız şekilde direnme kararı verilmesinin mümkün olduğu- İhale alıcısı ihale şartlarını ve icra dairesince KDV oranının %18 olarak belirlendiğini bilerek ihaleye katılmış ve pey sürmüş olduğundan, herkes için kesinleşmiş olan “ihale şartları” çerçevesinde yapılan ihalenin kesinleşmesinden sonra KDV oranının düzeltilmesi isteminin icra mahkemesinde şikâyet yoluyla ileri sürülemeyeceği- "Alıcının KDV ödeme yükümlülüğü ihalenin kesinleşmesi ile doğacağından, icra mahkemesince ihalenin yapıldığı tarih itibariyle alıcıdan alınması gereken KDV oranı araştırılarak ihalenin feshi istemiyle ilgili karar verilmesi gerektiğinin" kabul edilemeyeceği-
Kira sözleşmesi devam ederken intifa hakkının sona ermesi halinde davacı şirket ile davalı şirket arasındaki kira sözleşmesinin sona ermeyeceği. eBK.'nun 254. maddesinin kıyasen uygulanması neticesinde, intifa hakkı sona erse bile, malik olan Belediyenin kira sözleşmesi ile bağlı olacağı ve sanki kira konusunu devralan yeni malikmiş gibi eBK. 254/2'de belirtilen konumda olacağı- İntifa hakkı sona erdiği hâlde kira sözleşmesi devam ettiğinden eBK. m. 254/2 uyarınca, Belediyenin, kira sözleşmesinin tarafı hâline geldiğinin kabulü gerektiği-
Davalıların, dava dışı borçlu şirketin ne ortağı, ne kefili, ne de yöneticisi oldukları, icra dosyalarında alacakların temlik alınması, akrabalık bağı, dava dışı şirket ortağı ve kefilinin bir dönem davalı şirkette çalışması, dava dışı borçlu şirket ile davalı şirketin faaliyet konularının benzer olması, dava dışı şirket borcundan dolayı hacizli taşınmaz üzerinde davalı şirket unvanına benzer bir şirketin faaliyet göstermesinin "tüzel kişilik perdesinin kaldırılması" ya da "organik bağın" varlığının kabulü için yeterli olmadığı- Temlik işlemleri nedeniyle zarara uğradığını iddia eden davacının her bir işlemin iptalini talep edebileceği-
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; kamulaştırma bedelinin tespiti ve tescili istemiyle açılan eldeki davada taşınmaz üzerinde bulunan ağaçların kamulaştırma bedelinin arttırılması amacıyla dikilip dikilmediği ve TMK’nın 2. maddesi uyarınca hakkın kötüye kullanılması yasağı kuralının uygulanmasının gerekip gerekmediği, buradan varılacak sonuca göre ağaçların değerinin kamulaştırma bedelinin tespitinde dikkate alınıp alınmayacağı-
Davalının yetkilisi olduğu dava dışı şirketle olan cari hesabına dayalı olarak açılmış olan alacak davasında, davalının cevap dilekçesindeki beyanları ile yetkilisi olduğu şirketin borcu olduğunu kabul ettiği ve bu borcu şirket ile birlikte üstlendiğinin anlaşıldığı, borcu üstlenen davalının aynı zamanda borçlu şirket yetkilisi olduğu, cevap dilekçesindeki beyanının TBK.’nin 195. maddesi uyarınca bir iç üstlenme sözleşmesi niteliğinde bulunduğu gibi, davacının bu üstlenmeye zımnen rıza gösterdiği dolayısıyla TBK.’nin 196. maddesi uyarınca dış üstlenilme sözleşmesinin de mevcut olduğunun kabul edilmesi gerektiği, davalının cevap dilekçesindeki borcun ikrarı mahiyetindeki beyanının, işbu davada kesin delil teşkil edeceği, davalının ödeme savunmasında bulunmadığına göre, tarafların ticari defterlerinin incelenmesine gerek görülmediği gerekçesiyle davanın kabulünün gerektiği-
Tescille kazanılan tasarım hakkının, tasarım üzerindeki ve tasarımdan doğan inhisari yetkilerle donatılmış mutlak bir hak olduğu ve herkese karşı ileri sürülebileceği- Davacıya karşı açılan davada davacının eyleminin davalının tasarım hakkına tecavüz teşkil ettiği mahkeme kararıyla sabit olursa, ihtarname gönderilen şirketlerin eylemleri de davalının tasarım hakkına tecavüz teşkil edeceğinden, davalı tarafından davacının müşterilerine gönderilen ihtarnamelerin içeriğinde yer alan hususların davacıyı kötüleme boyutunda olmadığı, ihtarname gönderilen şirketlerin taraflar arasındaki çekişmeyi bildiği ya da bilmeleri gerektiği dikkate alındığında dava konusu ihtarnamelerin uyarı niteliğinde olduğu ve şikâyet hakkı kapsamında kaldığı, dava konusu ihtarnamelerin haksız rekabet oluşturmadığı-"Davalının açtığı dava derdestken dava konusu ihtarnamelerin davacının müşterilerine gönderilmesinin yasal hakkı kullanma erkini ziyadesiyle aştığı, anılan mahkemece davanın reddine dair verilen kararın kesinleştiği, davacının davalıya yönelik eyleminin tasarım hakkına tecavüz teşkil etmediğinin kesinleştiği, dolayısıyla dava konusu ihtarnamelerin içeriğinin yanlış, yanıltıcı ve incitici beyanlardan oluştuğu" şeklindeki görüşün HGK çoğunluğunca benimsenmediği-
Mahkemece yapılan tahkikat ile keşifte dinlenen tanık beyanlarından ve dosyaya sunulan bilirkişi rapor ve krokisinden davacı ...’ın taşınmazda eylemli olarak kullandığı bir yer olduğu belirlenmediği gibi, davalıya pay satan ...’ın da kullandığı yerin şüpheye yer bırakmayacak şekilde belirlenemediğinin anlaşıldığı, bu durumda taşınmazda fiili taksimin varlığından söz edilemeyeceğinden, mahkemece, önalım talebi hakkında bir karar verilmesi gerekeceği-
Dava, menfi tespit istemine ilişkin olup; takibin davacının avalist olduğu bonoya dayanılarak yapıldığı somut olayda, davacı, davalıdan kredi kullananın, dava dışı şirketin ortağı iken sonradan ortaklıktan ayrılması sebebiyle sorumluluğunun kalmadığını iddia etmiş ve aynı zamanda, asıl borçlu ile davalı banka arasındaki kredi sözleşmeleri ve davacının bu sözleşmelere kefaleti incelenmek suretiyle sonuca gidilmiş ise de, davacının takibe konu bonoyu avalist sıfatıyla imzaladığı, TTK’nun 702. maddesi uyarınca da avalist asıl borçlu gibi sorumlu olduğundan, davanın reddine karar verilmesi gerektiği-