Mahkemenin direnme kararına gerekçe yaptığı Anayasa Mahkemesinin 12.12.2002 gün, 2000/36 E. 2002/198 sayılı kararı, 26.9.2002 tarihli bozma kararından sonra verilmiş olup Özel Dairece inceleme konusu yapılmadığından ortada usulüne uygun bir direnme kararı bulunmayıp yeni bir hükmün varlığının kabulünün gerekeceği-
E. davası açmak mümkün ise tespit davası açılamaz kuralının geçerli olabilmesi için, eda davası sonunda verilecek hükmün tespite ilişkin bölümü ile tespit davası sonunda alınacak tespit hükmü arasında, meydana getirdikleri kesin hüküm (m.237) etkisi bakımından hiç biri fark bulunmamasının gerekeceği-
Taraflar HUMK. m.520.deki açıklık gereği yasada öngörülen 7 günlük hakem atama süresini 1 ay olarak öngörmüşlerdir ve davacı taraf kendi hakemini belirleyip, davalıya 9/3/2002 günlü ihtarname ile bildirmiş, ihtarname davalıya 11/3/2002 tarihinde usulünce tebliğ olunmuştur; davalının öngörülen 1 aylık süre içinde hakimini atamaması üzerine davacı 19/4/2002 tarihinde eldeki hakem tayini davasını açmış, davalı ise ancak ikinci oturumda 31/5/2002 havale tarihli dilekçesi ile hakemini belirleyerek mahkemeye bildirdiğinden davalı kendisine tanınan hakem tayin etme hakkını artık yitirmiş olup yargılama aşamasında hakem bildirmesinin sonuca bir etkisi yoktur; artık gerek yasanın gerekse sözleşmenin açık hükmü gereğince ikinci ve üçüncü hakemin mahkemece belirlenmesinin gerekeceği-
Ortada direnme kararı bulunmayıp bozmadan esinlenerek yapılan araştırmaya dayanan yeni bir hüküm bulunduğundan bu nedenle yeni hükme yönelik temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın Özel Dairesine gönderilmesinin gerekeceği-
Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 293/1.maddesinde tanıkla ispatlanmasına olanak verilen hukuki işlemin miktar ve değeri ile ilgili hiçbir sınırlama getirilmediği-
Yerel mahkemenin davacının trafik kaydının silinmesi istemi yönünden idari yargının görevli olduğuna ilişkin kararı doğru ise de; aracın yandığının tespiti istemine ilişkin olan istem bir olgunun belirlenmesine ilişkin olduğundan bu istem içinde görevsizlik kararı verilmesi doğru olmayıp; bu konuda adli yargının yetkili olacağı-
Karar düzeltme yolu açık olan işlerde; Yargıtay’ca karar bozulmuş ise, bozma ilamının taraflara tebliği ve karar düzeltme süresinin beklenmesi gerekli olup bu usulü işlemler tamamlanmadıkça yeniden duruşma açılması ve karar verilmesinin mümkün olmayacağı-
Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulunun 10.04.1992 gün ve 1991/7 Esas-1992/4 karar sayılı kararında açıklandığı gibi ; “ kısa kararla gerekçeli kararın çelişkili olması bozma nedeni olup bozmadan sonra yerel mahkemenin önceki kısa kararla bağlı kalmaksızın çelişkiyi kaldırmak kaydıyla vicdani kanaatine göre karar vermesinin ” gerekeceği-
Taşınan yükün toplam ağırlığı üzerinden zayi olan telefonların bilirkişice hesaplanan ağırlığı ile davalı cevabında belirtilen ağırlık arasındaki çelişki konusunda tarafların beyanları alınarak, yapılan açıklamaların sonucuna göre değerlendirme yapılması gerektiğinden, davalı vekilinin karar düzeltme isteminin kabulünün gerekeceği-
Asli müdahillerin davanın tarafların bağımsız bir haklarının ve menfaatlerinin olduğu açıkca görüldüğünden; asli müdahillerin istemleri ve sundukları delillerle diğer taraf delillerini birlikte değerlendirmek; davacı ve asli müdahillerin istekleri hakkında (ayrı veya birlikte) karar verilmesinin gerekeceği- Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu ve Yargıtay’ın kökleşmiş içtihatlarına aykırı olarak farklı hukuki sonuçlara yol açacak bir uygulama ile asli müdahalenin fer’i müdahale olarak kabulüne karar verilemeyeceği-