Taşınmaz mal satış vaadi sözleşmesinden doğan davalar için özel bir zamanaşımı süresi öngörülmediğinden BK'nun 125. (TBK'nun 146.) maddesi hükmü gereğince on yıllık zaman aşımı süresi uygulanacağı ve bu sürenin sözleşmenin ifa olanağının doğması ile işlemeye başlayacağı, ancak satışı vaat edilen taşınmazın, sözleşme ile veya fiilen satış vaadini kabul eden kişiye yani vaat alacaklısına teslim edilmiş ise on yıllık zamanaşımı süresi geçtikten sonra açılan davalarda zamanaşımı savunması TMK'nun 2. maddesinde yer alan “dürüst davranma kuralı” ile bağdaşmayacağından dinlenmeyeceği-
Bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumayacağı gibi, hiç kimsenin kendi kusurundan yararlanamayacağı ilkesi de birlikte gözetilmek suretiyle, 5510 sayılı Kanun'un 56. maddesi açısından 01.10.2008 tarihinden önce hakkın kazanıldığı durumlarda, anılan yasal düzenleme öncesinde, ilgililer her ne amaçla boşanmış olursa olsun, fiili birlikteliklerini 5510 sayılı Kanun'la getirilen yeni düzenleme sonrasında da sürdürdüklerinin veya sözkonusu düzenlemeden itibaren anılan tür ve nitelikte bir beraberliğe başladıklarının kanıtlanması durumunda, anılan 2. madde kapsamında hakkın kötüye kullanımının varlığı kabul edilerek ilgililere gelir veya aylık tahsisi yapılmaması, bağlanan gelir veya aylığın kesilmesi gerekeceği, bu tür uyuşmazlıkların çözümünde iş mahkemelerinin görevli olduğu-
Çalışmakta olduğu iş yerinde yıpranmış olan ve bu arada sigortalılık yılı ile prim ödeme süresine ilişkin yükümlülüklerin tamamlayan işçinin, kendisi için çalışma şartlarının daha olumlu olduğunu düşündüğü bir iş yerinde çalışma amacı ile bu hakkını kullanması halinde TMK 2 gereğince dürüstlük kuralına aykırı davrandığının kabul edilemeyeceği; kanun ile tanınmış emeklilik sebebi ile fesih hakkının kullanması ile birlikte kıdem tazminatına hak kazanılacağının kabulünün gerekeceği-
Tarafların iradelerini etkileyip sözleşmeyi yapmalarına neden olan şartlar daha sonra önemli surette değişmişse artık tarafların o akitle bağlı tutulamayacakları, değişen koşullar karşısında TMK’nun 2. maddesi uyarınca sözleşmenin yeniden düzenlenmesi imkanı doğacağı-
Kooperatif Kanunu ve anasözleşme hükümleri ile getirilen düzenleme gereğince, ölen kooperatif ortağının mirasçılarının ortaklığa devam edip etmeyecekleri konusunda uyarılmaları gerektiği, mirasçıların kendiliğinden harekete geçmedikleri gerekçesiyle, ortaklık sıfatının düştüğünün kabulünün hem ortaklık anasözleşmesine hem de TMK'nun 2. maddesine aykırı olduğu-
Vekaletin hile ile alındığı iddiasının, vekalet görevinin kötüye kullanıldığı iddiasını da içerdiği, üçüncü kişi vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde ise veya kötü niyetli olup vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmamasının, TMK'nin 2. maddesinde yazılı dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmesi gerekeceği-
Çalışmakta olduğu işyerinde yıpranmış olan ve bu arada sigortalılık yılı ile prim ödeme süresine ilişkin yükümlülüklerini tamamlayan işçinin, kendisi için çalışma şartlarının daha olumlu olduğunu düşündüğü bir iş yerinde çalışma amacı ile bu hakkını kullanmasının dürüstlük kuralına aykırılık teşkil etmeyeceği-
Taraflar arasındaki hizmet alım sözleşmesi uyarınca hak ediş dışı bırakılan abonelere ait hizmet bedelinin tahsili istemine ilişkin davada mahkemece, taraflar arasındaki sözleşme ve eki teknik şartname hükümleri uyarınca davacının “iptal -yıkık” olarak belirlenen abonelere ilişkin ödeme yapılmayacağını bilerek ihaleye girdiği ve sözleşmeyi imzaladığı gözetilerek davanın reddine karar verilmesi gerekirken, TMK'nın 2. maddesi ve 6762 sayılı TTK'nın 20. maddesinden bahisle hüküm kurulmasının isabetsiz olduğu-
Markaya tecavüzün önlenmesi ve manevi tazminat istemine ilişkin açılan davada mahkemece, marka hakkına tecavüz edildiği belirlenip davacı yararına manevi tazminata hükmedilmesi için gerekli şartların oluştuğu doğru bir şekilde tespit edilmişse de hükmolunan 1.000,00 TL manevi tazminat somut olayın özellikleri dikkate alındığında düşük bulunduğu, bu itibarla, somut olayın özelliklerine daha uygun bir miktar manevi tazminata hükmedilmesi gerektiğinden kararın bu yönden davacı yararına bozulması gerektiği-
