Davacının davalıyı vekil tayin ettiği günden hemen 1 gün sonra temlikin yapıldığı ve davacının da çok kısa süre (15 gün sonra) sonra vekili vekillikten azlettiği, davalıların satış bedeli olarak 190.000,00 TL’nin davacıya elden ödendiğini savundukları, ancak iddia olunan satış bedelinin miktarı nazara alındığında ödemenin yapıldığına ilişkin bir belge ibraz edilmediği, yine iddia olunan satış bedelinin miktarı itibarıyla tanık delili ile ödendiğinin ispatlanmasının da mümkün olmadığı, kaldı ki satış bedelinin davacıya elden ödendiğini beyan eden davalı tanıklarının daha önce ...’yı tanımadıklarını da ifade etmeleri karşısında davacıya ödeme yapılıp yapılmadığının hususu da kuşkuya yer bırakmayacak şekilde belirlenmediği gözetildiğinde, vekalet görevinin kötüye kullanıldığının sabit olduğu-
Paydaşlar arasındaki elatmanın önlenilmesi davalarında öncelikle tüm paydaşları bağlayan harici bir taksim sözleşmesi ve özel bir parselasyon planının olup olmadığı veya fiili kullanma biçiminin oluşup oluşmadığı üzerinde özenle durulması, varsa çekişmeli yerin kimin kullanımına terk edildiğinin saptanılması, harici veya fiili taksim yoksa uyuşmazlığın, TMK'nin müşterek mülkiyet hükümlerine göre çözümlenmesi gerekeceği-
Pay devrinin inşaat sözleşmesi gereğince yapılan bir devir olduğu ve bu nedenle TMK. mad. 732 ve dürüst davranma başlığını taşıyan 2. maddesine göre önalım hakkının kullanılamayacağı-
Davalının uzun yıllar taahhütlerini yerine getireceğine dair davacıda güven yarattığı -taşınmaz devrini de içeren- protokoldeki şekil şartı sebebiyle davalının protokolün geçersizliğini ileri sürülmesinin hakkın kötüye kullanılmasını teşkil edeceği- Kendi edimlerini tümüyle ifa eden davacı, karşı tarafın edimini ifa etmemesi nedeniyle protokolden beklediği faydayı elde edemediğinden, üçüncü kişiye ödediği taşınmaz bedelinin davalı tarafından tazmininin gerektiği- "Uyuşmazlığın geçersiz taşınmaz satış sözleşmesine dayalı olduğu, bu halde tarafların ancak sebepsiz zenginleşme hükümlerine göre verdiklerinin iadesini isteyebileceği, dava konusu istemin ise bu kapsamda değerlendirilemeyeceği" şeklindeki görüşün YHGK çoğunluğu tarafından kabul edilmediği-
Genel kredi sözleşmesinde davacının müteselsil kefil olduğu, bu durumda TTK. mad. 7 ve TBK. mad. 584/son uyarınca, davacının da şirket ortağı ve yöneticisi gibi kefalet vermiş sayıldığından eş rızasına gerek olmadığı, müteselsil kefalet sözleşmesine imza atan, davalı bankanın güven verip davalı bankanın asıl borçluya kredi kullandırmasından sonra davacının kefalet sözleşmesinin geçersizliğini ileri sürmesinin, kredi ve kefalet sözleşmesinin imzalandığı 30/07/2013 tarihinden dava tarihi olan 19/11/2014 tarihine kadar sessiz kalmasının, dürüstlük kuralına aykırı ve hakkın kötüye kullanılması niteliğinde olduğu-
5510 sayılı Kanun'un 56/2. maddesine dayalı olarak Kurum tarafından açılan yersiz ödenen aylıkların geri alınması talebine ilişkin davalar ile hak sahibi tarafından açılan Kurum işleminin iptali ve aylık bağlanması talebine ilişkin davalarda özellikle boşanılan eşle kurulan ilişkinin "fiili olarak birlikte yaşama olgusu" kapsamında yer alıp almadığının, ilişkinin niteliğinin ve başlangıç tarihinin açıkça ortaya konulması gerekeceği-
Ehliyetsizlik hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil isteğine ilişkin davada, davalının işlem tarihinde hukuki ehliyete haiz olsaydı dahi taşınmazın 2/5 payının resmi akitte gösterilen değere yakın bir değerde satışa konu edileceği dikkate alındığında, davacının dava açma hakkının davalıyı zararlandırma amacıyla kötüye kullanması sonucu davalı zarar göreceğinden davanın reddi gerekeceği-
Davacının davalı iki A.Ş. ve X hakkında takip konusu bonoya ilişkin olarak müteselsil sorumluluk esasına dayanılarak icra takibi yaptığı - İtiraz ederek aksini ileri sürmeyen bu davalılara yönelik dava açmakta hukuki yararının mevcut olmadığı - Davalı Y A.Ş'nin kurulduğu tarihin 03/05/2007 olduğu, takibe konu bononun tanzim tarihinin 15/09/2008 olduğu, davalı Z A.Ş'nin takibe konu senette borçlu sıfatı ile yer almadığı- Basiretli bir tacirin hukuki ilişkiye girdiği borçluları bilmesi ve alacak borç ilişkisine dayanılarak senet tanzim edilirken mevcut olan borçluların tamamının senette borçlu sıfatı ile yer almasını sağlaması gerektiği- Senetin düzenlendiği tarihte hukuken var olan ve buna rağmen senette borçlu gösterilmeyen ve borçlu sıfatı ile senedi imza etmesi temin edilmeyen şirketin "organik bağ" ileri sürülerek icra takibinin sonradan tarafı olmasının ve borç isnat edilmesinin hukuken mümkün olmadığı -
Yerel mahkemece, "alışveriş merkezinde kuruluş aşamasındaki şartların değiştiği, sözleşme kuruluş aşamasında vaat edilen üst gelir grubuna yönelik alışveriş merkezi, moda merkezi yapıldığına ilişkin durumlarda değişiklik mevcut olduğu, davacı kiracı yönünden edimde dengesizlik yapıldığı, alışveriş merkezinin açılışındaki değerini kaybettiği, kiracının alışveriş merkezi müşteri portföyü alım değerlerinin düştüğü, taşınmaz yerin kullanım değerinin olumsuz anlamda değiştiği, değerin düştüğü" gerekçesiyle kira bedelinin uyarlanmasına ilişkin talebinin kabulüne karar verilmişse de; kira sözleşmesinde, davalı kiraya verenin, alışveriş merkezinde yer alacak markalara yönelik bir taahhüdünün bulunmadığı, alışveriş merkezinin durumunda değişiklikler olabileceğinin tacir olan davacı yönünden öngörülebilir bir durum olduğu, ayrıca tarafların daha sonra (2009 yılında) kira bedelini yeniden belirledikleri hususları birlikte değerlendirildiğinde, kira sözleşmesinde işlem temelinin çöktüğünden (TBK. mad. 138) bahsedilemeyeceği ve bu nedenle mahkemece uyarlamaya ilişkin davanın reddine karar verilmesi gerektiği-