Davacı sigortalının, Almanya'da ilk defa sosyal sigorta giriş tarihinin 506 Sayılı Kanunun 108.maddesine koşut olarak Türk sosyal sigortalarına giriş tarihi olarak kabulü ile daha önce sigortalı olarak Türkiye'de tescili olmayanların 506 Sayılı Kanunun Geçici 81.maddesinin yürürlük tarihinden sonra, yürürlük tarihinden öncesine ait devreye ilişkin olarak yapacakları borçlanmaların; Geçici 81.madde uygulamasında gözetilmesi gerektiği-
Ürün tesliminin özel kuruluşa yapılması karşısında; hak ve mükellefiyetin başlangıcı bu tevkifatın Bağ-Kur’un hesabına intikal etmesi koşuluyla tevkifat tarihini takip eden aybaşı olarak kabul edilmesi gerektiğinden, söz konusu tevkifatların Kurum hesabına intikal edip etmediğinin araştırılması; intikal etmiş ise davacının tevkifatları takip eden aybaşından sigortalı olduğunun kabulüne, intikal etmemiş ise davanın reddine karar vermek olmasının gerekeceği-
Kazanılmış hakları ortadan kaldırıcı nitelikte sonuçlara yol açan yorumlar Anayasanın 2.maddesinde açıklanan “Türkiye Cumhuriyeti sosyal bir hukuk devletidir" hükmüne aykırılık oluşturacağı gibi, toplumsal kararlılığı, hukuksal güvenceyi ortadan kaldırıp, belirsizlik ortamına neden olacağından, davacının Türk vatandaşı olarak yurt dışında çalıştığı süreleri 3201 sayılı Kanun gereğince borçlanabileceğinin kabulü gerekeceği-
Davacı, Sosyal Sigortalar Kurumuna ilk defa 23.04.1980 tarihinde tescil edilmiş, yaş tashihi kararı ise 10.09.1975 tarihinde verilmiş ise de 02.09.1998 tarihinde kesinleşmiş olup; mahkeme kararlarının kesinleşme tarihinden itibaren hüküm ve sonuçlarını doğuracağı tartışmasız olduğundan ilk tescil tarihinden sonra yapılan bu yaş tashihinin, sigorta işlemlerinde dikkate alınamayacağı-
Yasal düzenlemeler ve hukukun genel ilkeleri çerçevesinde; 06.08.2003 tarihinden önce, 21.05.1994 tarihinde vefat eden kızı üzerinden davacıya bağlanan ölüm aylığının sonradan, davacının kendi çalışmalarından dolayı Sosyal Güvenlik Kurumundan yaşlılık aylığı alması nedeniyle kesilmesinin doğru olmadığı-
Yargıtay’ın kararlılık kazanmış uygulaması ile, Tarım Bağ-Kur'luluğun kanıtlanması yönünde zirai kuruluşların kayıtlarının karine olarak kabul edileceği-
506 Sayılı Yasa’nın Geçici 20.maddesinde değinilen alt sınır belirlenmesinde, davalı Vakfın bağladığı aylıklara yapılan artış oranlarının, SGK(Devredilen SSK) sigortalılarına bağlanan yaşlılık aylıklarına yapılan artış oranları ile karşılaştırılması suretiyle bulunması gerektiği,artış oranının, 506 sayılı Yasa uyarınca yaşlılık aylığı alanlara yapılan artış oranından daha az olması durumunda, davalı Sandık yönünden yaşlılık aylığı artış oranı konusunda ek yükümlülük doğacağından, Vakıf Senedindeki düzenlemelere göre aylıklarında artış olan kimselerin, ayrıca 506 Sayılı Yasanın aylık artışlarına dair hükümlerinden de yaralanmaları gerekeceği-
Yargıtay’ın kararlılık kazanmış uygulaması ile, Tarım Bağ-Kur'luluğun kanıtlanması yönünde zirai kuruluşların kayıtlarının karine olarak kabul edilmesinin gerekeceği-
Gerekmediği halde Adli Tıp Kurumu’ndan maluliyet oranı ile ilgili rapor alınmış olmasının davacının aleyhine değerlendirilemeyeceği gibi yasanın açık hükmü karşısında kendisi yönünden maluliyet oranı kesinleşen davalı Kurum’a da hak vermeyeceği-
Davalı (haksız eylemi işleyen) (BK. md.41; şimdi; TBK. mad. 49) ve 506 Sayılı Yasa gereği zarar görene; rücu kurallarına göre de Kurum’a karşı Borçlar Kanununun 50 ve 51 (şimdi; TBK. mad. 61-62) anlamında dayanışmalı sorumlu olup, Davacı Kurum’un ödediği tedavi giderlerinin tamamını; gerek Borçlar Kanunu’ndaki haksız fiil kuralları; gerekse 506 Sayılı Yasa’nın 39. maddesi gereğince, kanundan dolayı davalı ve olaya karışan kişilerin tamamından rücuen isteyebileceği; zararın oluşumunda davacının hiçbir kusuru bulunmadığı; o nedenle ödenen giderimin tümünden davalının sorumlu olduğunun kabul edilmesinin gerekeceği-