Taraflar arasında düzenlenen ölünceye kadar bakma sözleşmesinde muris, babasının vefatı nedeniyle kendisine irsen ve teselsülen intikal eden bilumum gayrimenkullerdeki miras hak ve hisselerinin davacıya temlikini taahhüt etmiş, ancak mahkemece “muristen davalıya intikal eden bilumum gayrimenkullerin tapu kayıtlarının iptali ile davacı adına tesciline” karar verilmiş, ölünceye kadar bakma sözleşmesine konu taşınmazların ada ve parsel numaraları da belirlenmemiş olup, bu haliyle hükmün infazının mümkün olmadığı-
İfraz nedeniyle kapatılan taşınmazlar hakkında hüküm kurulmasının bu parseller yönünden hükmün infazını olanaksız hale getirdiği, dolayısıyla, tapu kayıtları getirtilmeden kapanan parseller hakkında hüküm kurulmasının doğru olmadığı, bu nedenle, dava edilen sözleşmeye konu taşınmazlardan imar uygulaması ya da ifraz nedeniyle oluşan taşınmazların tapu kayıtları getirtilerek, davalıların murisleri veya davalılar adına kayıtlı taşınmazlar hakkında davanın kabulüne, dava dışı üçüncü kişiler adına kayıtlı olması halinde davanın reddine karar verilmesi gerekeceği-
İtirazın iptali davalarında, davanın konusuz kalması halinde dahi konusuz kalan kesim yönünden davanın açıldığı tarihteki haklılık durumu gözetilerek icra inkar tazminatı talebinin değerlendirilmesi gerektiği-
Haciz mahallinde borçluya ait evraklar, vergi levhası ve borçlunun markasını taşıyan mahcuzlar bulunmasının borçlu dolayısıyla alacaklı yararına mülkiyete karine teşkil edeceği ve üçüncü kişinin bu karinenin aksini ancak kesin ve inandırıcı delillerle ispat edebileceği-
HMK. 297/2 uyarınca, hükmün sonuç kısmında, taleplerden her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, sıra numarası altında; açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gerekeceği-
Kararın dava ve cevap dilekçeleri ile Yargıtay bozma ilamı ve bilirkişi raporunun özetlenmesinden ibaret olduğu- Kararın hangi hukuki sebebe dayandırıldığı, tarafların iddia ve savunmalarının neden kabul edilip neden reddedildiği, hangi delilin diğerine neden üstün tutulduğu belli olmadığından, kararın gerekçeli bir karar olduğundan söz edilemeyeceği- Gerekçesi belli olmayan kararın temyiz incelemesinin yapılması fiili olarak imkan dahilinde olmadığı- 
Bozma kararından sonra bozmaya uyularak verilen hükmün yeni bir hüküm olduğu, bozmaya uyularak tesis edilen hükmün, tüm istekleri karşılar şekilde yeniden yazılması gerekeceği, mahkemece bu husus gözetilmeden, hükmün diğer yönlerinin kesinleşmiş olduğundan bahisle "aynı konuda yeniden karar verilmesine yer olmadığına" şeklinde hüküm kurulmasının doğru olmadığı-
Mahkemece, direnmeye ilişkin kısa kararda “…alacağının karar tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan alınarak davacıya verilmesine…” şeklinde hüküm oluşturulmasına rağmen direnmeye ilişkin gerekçeli kararda “…alacağının karar tarihinden (16/07/2012) itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan alınarak davacıya verilmesine…” şeklinde hüküm oluşturularak parantez içinde ilk karar tarihi yazılmak suretiyle kısa karar ile gerekçeli karar arasında çelişki oluşturulduğu; asıl olan kısa karar ve burada ortaya konulan hüküm fıkrası olduğu gibi, direnme kararının kapsamını belirleyen kısa kararın da yasanın amacı doğrultusunda çelişki ve tereddüde meydan vermeyecek şekilde açık ve anlaşılır olması ve gerekçeli kararın hüküm fıkrasıyla çelişik olmaması gerekeceğinden, mahkemenin, çelişki içeren ve birbiriyle de uyum içinde olmayan kısa ve gerekçeli hüküm fıkralarının, usul ve yasaya aykırı olduğu-
Davacının aynı davalıya karşı birbirinden bağımsız birden fazla asli talebini aynı dava dilekçesinde ileri sürmesi olarak tanımlanan davaların yığılması (objektif dava birleşmesi) halinde, talep sayısı kadar dava bulunduğu kabul edildiğinden ve her bir talep bakımından ayrı ayrı hüküm verilmesi gerektiğinden, bu durumda da dava dilekçesinde ileri sürülen taleplerin belirsiz alacak olup olmadığının her bir talep bakımından ayrı ayrı değerlendirilmesi gerektiği- Davacı, çalışma süresi ve ücretini bilmekte olup, dava konusu ihbar tazminatı ve ücret alacağının miktarını belirleyebilme imkanına sahip olup, anılan alacak kalemleri yönünden belirsiz alacak davası açılmasında hukuki yarar bulunmadığı- Şahit anlatımlarına dayanılarak hesaplanacak fazla mesai, genel tatil ve hafta tatili ücreti alacaklarından yapılacak takdiri indirim oranı ile bakiye süre ücretinden yapılacak indirim oranı baştan belirlenebilir olmadığından, bu alacakların belirsiz kabul edilmesi gerektiği-
Davacının müşterek çocuklar lehine tedbir nafakasına hükmedilmesine ilişkin talebi konusunda olumlu-olumsuz bir karar verilmesi gerektiği- Mahkemece oluşturulan hükümde tüm taleplerin karşılanması gerektiği- Hükmün sonuç kısmında, gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin, taleplerden her biri hakkında verilen hükümde taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, sıra numarası altında; açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gerektiği-