CISG m. 11.gereğince milletlerarası mal satımı sözleşmesinin şekle tabi olmadığı dikkate alındığında teklif formunda davalının imzasının ve kaşesinin bulunup bulunmaması hususunun taraflar arasında sözleşmenin kurulması bakımından bir etkisinin olmayacağı- Davacının CİF klozu kapsamında navlun bedelini ve ihracat masraflarını ödeyerek taşınan emtiayı teslim yeri olan İstanbul'a gönderdiği ve yetkilisi tarafından davalı yetkilisine gönderilen e-posta ile malların geldiğine ilişkin bildirimi yaptığı, ancak yine aynı tarihte davalı yetkilisinin malın satış bedelini ödeyemedikleri için üzgün olduklarını ve gerekirse gümrük işlemleri için banka garantisi ya da şirket çeki verebileceklerini belirten bir e-posta gönderdiği, dosya kapsamında davalı tarafın böyle bir garanti verdiğine ya da gümrük, liman ve antrepo masraflarına ilişkin bir ödemede bulunduğuna ve sözleşme konusu malları teslim aldığına ilişkin bir delil sunulmadığı, davacı tarafın gerek kendisi gerekse de Türkiye'de bulunan iştiraki olan A.Ş. tarafından ödenen faturaların dosya kapsamında yer aldığı, bu bağlamda davalının içeriği CIF klozu çerçevesinde belirlenen CISG m. 52 kapsamındaki teslim alma borcunu yerine getirmediği, dolayısıyla, davalının CISG 61/1-b madde yollaması ile CISG m. 74 kapsamında tazminat talep edebileceği, bu tazminatın kapsamının sözleşmenin ihlal edilmesinden dolayı satıcının uğradığı zararın tamamını kapsayacağı- A.nda davalı/alıcı tarafından yapılması gereken ve malların gemiye yüklenmesi aşamasından itibaren doğan tüm masraflardan alıcının sorumlu olduğu- Davacının icra takibinden önceki zararlarına ilişkin olarak sunduğu faturaların liman terminal masrafları, ardiye masrafları, gümrük müşavirliği masrafları, damga vergisi, liman içi nakliye masraflarından oluştuğu, takip tarihinden dava tarihine kadarki zaman diliminde ise ardiye masraflarından oluştuğu, bu masrafların taraflarca kararlaştırılan CIF klozu çerçevesinde davalı tarafından ödenmesi gereken masraflar olduğu ve davalının bu masraflardan sorumlu olduğu- Davalı tarafından, davacı tarafça dosyaya sunulan faturaların bir kısmının davacının Türkiye'de bulunan iştiraki A.Ş. tarafından ödenen faturalar olduğu ve bu nedenle davacının husumet ehliyeti bulunmadığını ileri sürülmüşse de, satıcının davacı olduğu ve satım ilişkisi çerçevesinde davalı tarafından yerine getirilmesi gereken işlemlerin Türkiye'de kendisi ve iştiraki A.Ş. aracılığıyla yerine getirdiği ve daha sonra A.Ş.'nin masrafları davacıya tekrar fatura ettiği dikkate alındığında davadışı A.Ş.'nin davacının Türkiye'deki temsilcisi olarak hareket ettiği ve davalı tarafından yapılması gereken harcamaların A.Ş. eliyle yine davacı tarafından yapıldığı dikkate alındığında, davalının husumet itirazına itibar edilmediği- İcra takibine konu alacak miktarının faturaya dayalı likit olması nedeni ile davacının icra inkar tazminatı talebinin de kabulü gerektiği-
Takibe konu edilen 10.000.000. TL'lik genel kredi sözleşmesinde davalıya atfen atılan imzanın incelenmesinde mahkemece 18.12.2017 tarihinde davalının huzurunda alınan medari tatbik imza örneklerinin dikkate alındığı, Adli Tıp Kurumu raporu içeriğinden anlaşılamadığından ve davacının bilirkişi raporuna bu yönde itirazı mevcut olduğundan mahkemece alınan medari tatbik imzaların incelenmek ve davacının itirazlarını da karşılayacak şekilde Adli Tıp Kurumundan yeniden rapor alınması gerekmekle eksik incelemeye dayalı olarak hüküm kurulmasının doğru görülmediği-
Davacının, davalıdan olan cari hesap alacağının tahsili için başlatılan ilamsız icra takibinin, davalının haksız itirazı sonucu durduğunu belirterek, itirazın iptaline, icra inkar tazminatına ilişkin dava-
Menkul satımında bedelde muvazaa sebebiyle bakiye alacağın tahsili için başlatılan icra takibine itirazın iptali istemine ilişkin dava-
Yükleniciler aleyhine açılan rücu davalarında, ayrı sözleşmelerle hizmet ifa eden yükleniciler mecburi dava arkadaşı olmadığı gibi borçtan müteselsilen sorumlu olacaklarına ilişkin kanun hükmü veya sözleşme bulunmadığından, alacak davalarında her davalı aleyhine ayrı tahsil hükmü kurulması ve davanın itirazın iptali şeklinde açılmış olması durumunda ise; takibin hangi davalı açısından hangi miktarla devam edeceğinin ayrı ayrı belirlenmesi gerektiği-
Haksız fiilden doğan davalarda, davacı HMK. 16 gereğince seçimlik hakkını kullanarak zarar gören olarak kendi yerleşim yerinin bulunduğu yer icra dairesinde takip yapabileceğinden ve dava açabileceğinden, kanun yararına temyiz isteminin kabulü ile kesinlik sınırının altında kaldığından istinaf başvurusunun reddine dair kesin olarak verilen kararın bozulması gerektiği-
İsticvap, bir tarafın kendi aleyhine olan belli bir vakıa hakkında mahkeme tarafından dinlenmesi anlamına gelmekte olup, davanın aydınlatılmasına katkıda bulunan bir usul işlemi olarak tanımlandığı- İsticvabın, bizzat taraf davet edilmek suretiyle yapılacağı ve usulüne uygun davetiyeye rağmen taraf isticvap için mahkemeye gelmezse isticvap edilen vakıanın ikrar edilmiş sayılacağı- Davacının delil olarak dayandığı sözleşme içeriği ile altındaki imza konusunda beyanı alınmak üzere davalı şirketin yetkili temsilcisi isticvap edilip, sözleşmenin altında davalı şirket adına atılan imza ve içeriği konusunda beyanı alınıp, imzaya ve imzalayanın yetkisine itiraz edilmesi halinde imza incelemesinin HMK'nın 208 ve devamı maddelerine göre, imzalayanın yetkisi ve davalıyı bağlayıcı olup olmadığının TBK'nın 40 ve devamı maddelerine göre, incelenip değerlendirildikten sonra işin esasının incelenip davanın sonuçlandırılacağı-
İsticvabın, davanın temelini oluşturan vakıalar ve onunla ilişkisi bulunan hususlar hakkında olacağı- Taraflar arasında kira ilişkisinin varolduğu ve uyuşmazlığın kira bedeli konusunda olduğu, 1999 yılına kadar taşınmazı kiracı olarak kullandığını davalı da kabul etmekle bu durumda en azından son ödenen kira bedeli üzerinden ödenmeyen kira bedeli tutarı belirlenerek, belirlenen tutar üzerinden itirazın iptali ve takibin devamına karar verilmesi gerektiği- Bu durumda mahkemece; HMK’nın 169. maddesi uyarınca davalı asil isticvap edilerek, davalıdan son ödediği kira bedelinin sorulması, davalının kabulünde olan son kira bedeli üzerinden talep konusu döneme ilişkin hesaplama yapılarak sonucuna göre karar verilmesi gerektiği-
Ticaret sicil kayıtlarına ve sözleşme suretlerine göre, F. Y.'ın, davacı şirket kurulmadan önce şahıs şirketi olarak davacı şirket ile ticari ilişki içerisinde olduğu, bu hususta taraflar arasında bir ihtilaf bulunmadığı, dosyaya bir sureti sunulan 53.141,88 TL bedelli virman fişi incelendiğinde, F. Y.'ın davalı şirkete olan borcunun davacı şirket tarafından kabul edildiği, bu hususun davacı şirketin ticari defter ve kayıtları ile de sabit olduğu, dosyaya celbedilen SGK kayıtlarına göre F. Y.'ın şahıs şirketinde çalışan 3 işçinin, davacı şirketin kurulmasından ve F. Y.'ın bu şirkete ortak olmasından sonra bu şirkette sigortalı olarak çalışmaya başladıkları, diğer yandan aynı kayıtlara ve ticaret sicil kayıtlarına göre, F. Y. şirketi ile davacı şirketin adreslerinin aynı olduğu, davacı şirketin lehdarı olduğu toplam 93.000,00 TL bedelli çeklerin F. Y.'a verilerek F. Y. tarafından cirolandığı ve bedellerinin tahsil ediliği, taraflar arasında yapılan sözleşmelerin imzalanması ve bu kapsamda düzenlenen ödeme protokolünde F. Y.'ın ''Genel Müdür'' sıfatıyla yer aldığı, F. Y. tarafından yürütülen işlemlerin gerek davacı şirket ve gerekse dava dışı kişiler bakımından çekişme (vekaletsiz iş görme vs.) konusu yapıldığına dair dosyaya yansıyan bir delilin bulunmadığı, hatta davacı şirket tarafından zımni bir kabulün bulunduğu, bu husular mahkemece gözetilmeden, perdenin aralnamasına yönelik davalı savunmasına değinilmeden, taraflar arasında yapılan mutabakat mektubu değerlendirilmeden, elden ödeme ve şahsi hesaba yapılan ödemelerin hangi ödeme belgeleri esas alınarak belirlendiği anlaşılmadan karar verilmesinin doğru olmadığı-
Somut olayda hasar talebi maddi hasarlı trafik kazasından kaynaklansa da, zararda suç teşkil eden eylemin TCK’nun 179. maddesinde öngörülen trafik güvenliğini tehlikeye sokma suçunu oluşturduğu ve takibe bağlı alacağın tabi olduğu zamanaşımı süresinin bu maddede öngörülen suç nedeniyle sekiz yıl olduğu, ceza zamanaşımı süresi dolmadığından davanın da zamanaşımına uğramadığı, mahkemece zamanaşımına ilişkin kurallar yerine hak düşürücü süreye ilişkin açıklamalar yapılmak suretiyle esasa yönelik olarak karar verilmiş olması doğru değil ise de; ceza zamanaşımı süresinin dolmadığı dikkate alındığında netice olarak esas yönünden inceleme yapılmasının doğru olduğu- Somut olay bakımından itiraz ile takip durduğundan zamanaşımı süresinin de durmuş olduğunun kabulünün gerektiği, eş söyleyişle borçlunun itirazı ile itirazın iptali davası arasında iki yıllık zamanaşımı süresinin geçtiğinin kabulü ile alacaklıya tanınan bir yıllık hak düşürücü sürede itirazın iptali dava açma hakkını ortadan kaldırdığından bu süre içinde zamanaşımının işlemeyeceğinden direnme kararının bu gerekçelerle uygun bulunmasına karar verilmesi gerektiği yönünde görüşler ileri sürülmüş ise de Kurul çoğunluğunca benimsenmediği-