İncelenmekte olan bu davanın ise 3402 sayılı Kadastro Kanununun 12/3. maddesinde belirtilen 10 yıllık hak düşürücü sürenin kaçırılmasından sonra 28.10.2010 tarihinde açıldığı, anılan maddedeki 10 yıllık sürenin hak düşürücü nitelikte olup, olumsuz dava koşulu olduğu, hak düşürücü sürenin gerçekleşmesinin, işin esasının incelenmesini önleyeceği, hak düşürücü sürenin tüm def'i ve itirazlardan önce nazara alınacağı, bu nedenle; yargılama bitinceye dek hak düşürücü sürenin geçtiği taraflarca ileri sürülebileceği gibi, görevden ötürü hakim tarafından kendiliğinden de gözönünde tutulacağı, davanın reddine karar verilmesinin gerekeceği-
Paylı mülkiyete tabi taşınmazda pay sahibi olan her paydaş birbirinden bağımsız olup, bunlara ait paylar yine birbirinden bağımsız olarak dava konusu olabilmektedir. Paylı mülkiyette paydaşlar arasında mecburi dava arkadaşlığı olmayıp, ihtiyari dava arkadaşlığı söz konusudur. TMK.’ nun 28. maddesi uyarınca, kişilik ölümle son bulur. Bundan ayrı, 04.05.1978 tarih ve 4/5 sayılı YİBK. gereğince ölü kişiye karşı dava açılamadığı gibi, ölü kişi adına iptal ve tescile de karar verilemez. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 09.07.1975 tarih ve 601/927 sayılı kararı da bu yöndedir. Davacı, murisin tüm mirasçıları adına iptal ve tescil istediğine göre, murisin alınacak veraset belgesinde yazılı davacı dışında kalan tüm mirasçılarının davacı yanında yer almalarının sağlanması ya da açılmış bulunan davaya karşı olurlarının alınması veya TMK.’nun 640. maddesi uyarınca terekeye temsilci atanması suretiyle ve onun huzuruyla davanın yürütülmesi, böylece taraf teşkilinin sağlanması gerekirken bu husus atlanılarak oluşturulan kararın hükmün bu nedenle bozulmasına sebep olacağı-
Dava konusu parsel hakkında mahkemece talebin kabulüne karar verilmişse de karara dayanak teşkil eden bilirkişi raporu kendi içinde çelişik olup bu rapora dayanılarak karar verilemeyeceğinden, mahkemece çelişkilerin ortadan kaldıracak yeni, bir rapor alınarak sonucuna göre karar verilmesi gerekirken çelişik rapora dayanarak hüküm oluşturulmasının hükmün bu nedenle bozulmasına sebep olacağı-
Davacı ile satıcı köy tüzel kişiliğinin belgesizden edindikleri toplam taşınmaz miktarının 100 dönümden fazla olduğu saptandığına göre davanın bu sebeple tümüyle reddine karar verilmesi gerekirken, bu husus dikkate alınmadan norm miktarını aşar biçimde yazılı şekilde davanın kısmen kabulüne karar verilmesinin 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 14. maddesine aykırı olduğu-
Kesinleşen dava dosyası ile eldeki temyize konu dosya içeriği birlikte değerlendirildiğinde, önceki davada, davacının dava konusu ettiği taşınmazı üçüncü bir kişiye sattığına yönelik beyanının maddi hataya dayalı olduğunun ve bu beyanın eldeki dava konusu taşınmaz bölümü ile ilgili değil, 258 ada 2 parsele yönelik bulunduğunun, bu sebeple eldeki temyize konu davanın sonucunu etkilemeyeceği-
Genel olarak, gerekli dikkati gösteren herkesin kayıtlarda malikin kim olduğunu anlayamayacağı hallerde tapu sicilinde yazılı olan malikin bilinmediğinin kabulünün gerekeceği, ayrıca tapu kütüğünde malik sütununun boş bırakılması, silinmesi ve yeniden yazılmaması, soyut ve nam-ı mevhum adına (mevcut olmayan hayali kişi) yazılması, hiç yaşamamış ve kaydının herhangi bir yerde bulunmamış olması, malik adının müphem, yetersiz ve soyut gösterilmiş olması gibi durumlarda malikin kim olduğunun anlaşılamadığının kabul edileceği, başka bir anlatımla, tapu kütüğünden kim olduğu anlaşılamayan malikin, tanınmayan, hatırlanmayan, adresi tespit edilemeyen, kendilerine tebligat yapılamayan, mirasçıları belirlenemeyen, uzun yıllar önce ölmüş ya da taşınmış bir şahıs olmadığı-