Mirasbırakanın temlik tarihinde 65 yaşında olduğu ve eşi ile birlikte dava konusu bağımsız bölümün bulunduğu aile apartmanında farklı bir dairede yaşadığı, devir tarihinde mirasbırakan ile davacılar arasında küslük, dargınlık gibi soğuk bir beşeri ilişkinin bulunmadığı, aksine mirasbırakanın tüm çocuklarına karşı aynı mesafede olduğu, davalı ve eşinin devir tarihinde alım güçlerinin bulunduğu, "mirasbırakanın mal satmaya ihtiyacının olmadığı" beyan edilmiş ise de, mirasbırakanın kendi ihtiyacından ziyade dava dışı oğlunun o dönem tefecilere olan borçlarını ödeyebilmek için mal satmaya ihtiyaç duyduğu, mirasbırakan annesinin, borçlarından dolayı ölüm tehditleri alan ve yaşadığı yeri terk etmek zorunda kalan oğlunun içine düştüğü sıkıntılı durumdan kurtarmayı amaçladığı, mirasbırakan ve eşinin de aile apartmanında yer alan çekişmeli bağımsız bölümü mali durumu iyi olan oğlunun eşi olan davalıya devrederek karşılığında borcu olan oğlunun borçlarının kapanmasını sağladıkları, davanın kabulü hâlinde ileride hak iddia edebilecek davalı tanığının da mal kaçırma amacıyla hareket edildiğini ifade etmediği, aksine davalı savunmasını doğruladığı, mirasbırakanın mal kaçırma amacıyla hareket etmesi hâlinde diğer bağımsız bölümleri de devredebileceği, ancak bu şekilde hareket etmediği gözetildiğinde, "mirasbırakanın dava konusu taşınmazı davalıya temlikinin mirastan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğu’’ iddiasının, ispat yükü kendisinde olan davacı tarafça kanıtlanamadığı-
Temyiz aşamasında ilk defa sunulan dekont suretinin yargılamanın başından beri davalının elinde bulunduğunun anlaşıldığı, temyiz aşamasına kadar sunulamama nedeninin açıklanmadığı, delilin sonradan oluşturulmadığı, sonradan delil gösterilebilmesi için HMK. 145'de belirtilen istisnai hâllerin mevcudiyetinin ileri sürülmediği, belgenin sunulmamasının davalının kendi ihmalinden kaynaklandığı, davacının sunulan bu delile içerik olarak karşı çıkmasının sunulduğu tarih itibariyle mümkün olmadığı gözetildiğinde, delili davanın en başından beri var olduğu hâlde yargılama aşamasında ileri sürmeyen davalının, kararın temyizi aşamasında dosyaya yeni delil sunarak bu delil doğrultusunda değerlendirme yapılmasını talep etmesinin mümkün olmadığı- Emsal dosyalarda verilen kararlara göre eldeki davada yol ve yemek ücreti alacaklarının varlığının ispatlandığının kabul edilemeyeceği, bu yönde işyeri uygulamasının olduğunun kabulüne dair yeterli değil olmadığı- Davalı şirket muhasebecisinin posta çeki hesabına ödeme yapıldığı iddia edilerek buna ilişkin PTT makbuzu sunulduğundan, ödeme yapılan kişinin ödemenin yapıldığı tarihte davalı işverenlerden herhangi birinin işçisi olup olmadığının belirlenmesi, davalı işyerinden, ekat belgesi ile ilgili eğitimi vermek ile sorumlu olan kurum ve kuruluşlardan, yapıldığı iddia edilen ödeme ile ilgili bilgi belge temin edilmesi gerektiği-
Davalı (lehtar) şirket yetkilisinin "maddi zorluklar nedeniyle siparişleri yerine getiremedikleri ve çekleri de kullandıklarından bahisle iade edemeyeceklerine" dair beyanını içeren mail ve yazışma içerikleri gözetildiğinde, davacı tarafın, avans çeklerinin bedelsiz kaldığını ispat etmiş olduğu- Malî ve teknik tespitler bağlamında, davalı lehtar ve hamil arasında organik bağın olduğu, davalı lehtar şirket tarafından diğer davalı hamil şirkete önemli bir meblağda kıymetli evrakın ciro edilmiş olmasına rağmen, davalılar arasında fatura ilişkisine dayalı olarak gerçekleşen ticaretin bu meblağı karşılamaktan çok uzak olduğu, davalılar arasında dava konusu edilen çek bedellerini karşılayacak faturaya dayalı bir ticaretin bulunmadığı, davalı şirketler arasında resmî ve gayrî resmî belgelerin bulunması, davalı lehtar şirketin kurucu ve yetkilisinin aynı zamanda davalı hamil şirketin malî işlerden sorumlu genel müdür yardımcısı olduğu hususu da dikkate alındığında, çekleri devralan hamil şirketin çeklerin bedelsiz olduğunu bilerek borçlunun zararına hareket ettiği ve bu durumda davacı tarafın şahsî def'î niteliğinde olan bedelsizlik iddiasını davalı hamil şirkete karşı da ileri sürebileceği- "Tarafların, borçlu şirket tarafından keşide ve ciro edilip dökümü yapılan çeklerin yeni ve ileri tarihli çekler ile değiştirilerek borç bedelinin kapatılması konusunda anlaştıkları" davacılar ile davalı hamil şirket arasında- imzalanan protokolün borcun yenilenmesi niteliğinde olmadığı, mevcut borcun vadeye yayılarak ötelenmesi veya borcun yapılandırılması niteliğini taşıdığı- Davalı şirketler arasında güçlü bir organik bağın bulunduğu ve bu organik bağ ile davalı hamil şirketin bedelsiz kalan senetleri davalı lehtar şirket ile aralarında söz konusu çeklerin kendisine verilmesini gerektirecek gerçek bir alış veriş olmaksızın almış olmasının kötü niyetini açıkça ortaya koyduğu, davacı tarafından davalı lehtar şirket lehine düzenlenen çeklerin bedelsiz olduğunu bilen davalı hamil şirketin borçlu zararına hareket ederek elde ettiği bedelsiz çekler karşılığında düzenlenen protokoller uyarınca borçlu tarafından yeni ve ileri tarihli çekler düzenlenerek verilmiş ise de, anılan protokollerin borcun yenilenmesi niteliğinde olmadığı, dolayısıyla bedelsiz olduğu baştan beri davalı hamil şirket tarafından bilinen bu çekler nedeniyle alınan ve icra takiplerine konu edilen yeni ve ileri tarihli çeklerin de bedelsiz olduğu- "Davacı tarafın dava konusu çeklerin verilme nedeni olan protokollerde yazılı kambiyo senetlerinin bedelsiz kaldığını ispat edemediği, davalı lehtar şirket adına davacı tarafın iddialarını destekler yönde beyanda bulunan kişinin tek başına şirketi temsil etme yetkisi bulunmadığı, dolayısıyla bu şirket açısından davanın kabul edildiği sonucunun çıkartılamayacağı; davalı şirketler arasında, hamil şirketi kötü niyetli kılacak şekilde bir organik bağın da bulunmadığı; davacılar ile davalı hamil şirket arasındaki protokollerle gerçek bir borcun, dava konusu çekler verilerek eski kambiyo evrakının iade alınması suretiyle yenilenmiş olduğu, böyle olunca davacıların bedelsizlik iddiasının dinlenemeyeceği" şeklindeki görüşün HGK çoğunluğunca benimsenmediği-
Tahakkuk bulunan ayların fazla mesai ücreti hesabından mahsubu gerekirken dışlanmasının doğru olmadığı- Bilirkişiden ek rapor alınarak ücret bordrolarında yer alan fazla mesai tahakkukları aylar mahsup edildikten sonra fazla mesai ücretinin hüküm altına alınması gerektiği- Bozma ilamı sonrasında alınan bilirkişi raporunda fazla çalışma alacağının günlük 3 saatten hesaplanmış bordrolarda yer alan fazla çalışma tahakkuklarından mahsup edildiği ve alacağın miktarının belirlenip mahkeme ilamıyla hüküm altına alındığı- Mahkemece bozma ilamı doğrultusunda fazla çalışma alacağının günlük 3 saatten hesaplanması ve ödenen miktarların mahsup edilmesi isabetli ise de davacının dava dilekçesinde haftanın 2 günü yaptığı fazla çalışmalar için günlük 40.00 TL (20TL) ödeme yapıldığı yönündeki beyanının dikkate alınmamasının hatalı olduğu ve hükme esas alınması gerektiği-
Davacının davalıya verdiği üç adet çeke yönelik olarak davalının çekteki ciro imzalarının kendisine ait olmadığı yönündeki itirazı- İcra takibine sıkı sıkıya bağlı itirazın iptali davasının itiraz üzerine duran icra takibinin devam edebilmesini sağlayan ve takip hukuku içinde olmakla birlikte, maddi hukuk ilişkisinin incelenerek uyuşmazlığı kesin hükümle sonuçlandıran bir dava olduğu- Davanın takibe bağlılığının alacağın miktarı bakımından söz konusu olduğu gibi alacağın kaynağı bakımından da geçerli olduğu- Cari hesaba dayalı olarak başlatılan ilamsız icra takibinde itiraz üzerine açılan itirazın iptali davasında, davacı vekili, "taraflar arasındaki satım ilişkisi nedeniyle davalıdan bakiye alacağının bulunduğunu", davalı vekili "davacının avans olarak değil, siparişlerin gönderilmesi ile ödeme yaptığını, bilirkişi raporunda belirtilen çeklerdeki ciranta yazı ve imzalarının müvekkiline ait olmadığını" belirtmiş olup çeklerin davalı tarafından dava dışı şirketlere verilerek davalının borcundan mahsup edildiği, anılan çeklerin davalı tarafından kullanıldığı anlaşıldığından, çeklerin davalı tarafından tahsil edildiğinin kabulü gerektiği-
Vekilin, vekâlet veren davacının talimatına uygun davranmayarak sadakat ve özen borcuna aykırı hareket ettiği hususunun davacı tarafça ispat edilip edilemediği-
Ziynet eşyası davalarında, ispat hukuku yönünden öncelikle davacı kadın eşin dava konusu edilen ziynet eşyalarının, cins, sayı, nitelik ve miktar olarak varlığının kanıtlanması gerektiği, bunu ispatlayan kadının ikinci olarak ise; bu ziynetlerin evlilik birliği içinde kendisinden alındığını ve tekrar iade edilmediğini veya bu şekilde elinden alındığına dair bir iddiası yoksa evden ayrılırken bu eşyaları yanında götürmesinin mümkün olmadığını ispat etmesi gerektiği- Başlangıçta, dava dilekçesinde "düğünde takılan tüm hediyeliklerin iade edilmesini" isteyen davacının ve davalının yargılama içerisindeki ifadeleri birlikte değerlendirildiğinde, "nişan töreninde hediye olarak takılan altın ve ziynet eşyalarının taraflar arasında yarı yarıya paylaşılacağı" konusunda anlaşma bulunduğu, "kendi hissesine düşen kısmın da davalı tarafından alındığını" ileri süren davacının bunu ispatlayamadığı, gider pusulaları ve tanık beyanıyla davalının "yalnızca kendisine ait hediyelikleri bozdurduğunun" ortaya konulduğu, mehir olarak takıldığı belirtilen bilezikler yönünden de davacının "bileziklerin kendisinden zorla alındığını, evden ayrılırken bu nedenle yanında götüremediğini" ispatlayamadığı-
Davacı taraf dava dışı şirket ile banka arasında imzalanan kredi sözleşmesinde 150.000TL limitle kefil olduğundan bahisle davalının kendisine gönderdiği ihtarname nedeniyle menfi tespit davası açmış olup, ihtarnamede davacının dahil olduğu asıl borçlu ve kefillerden toplam 585.334,48TL alacak talebinde bulunulmuş, davacı “şimdilik” kaydıyla fazlaya ilişkin hakları saklı tutarak ihtarnamede gösterilen bedelin 150.000TL’sinden borçlu olmadığının tespitine ve dava dilekçesinin sonuç kısmında da 150.000TL’den borçlu olmadığının tespitine karar verilmesini talep etmiş, davalı tarafça ihtarnameye konu alacak bakımından davacı kefil ile dava dışı asıl borçlu ve diğer kefiller hakkında ilamsız takip başlatılmış olup bu icra takibinde davacının kefalet limiti olan 150.000TL ile sınırlı sorumlu olduğu belirtilmiş olduğundan, eldeki menfi tespit davasının; kısmî dava niteliğinde olmayıp tam dava niteliğinde olduğu- 
Dava konusu bononun tanzim tarihi ile kredi sözleşmesinin tanzim tarihinin ve davacının ipotek tesisine ilişkin resmî senet tarihinin aynı tarih olması, davacının genel ticari kredi sözleşmesini müşterek borçlu ve müteselsil kefil sıfatıyla imzalaması, kredi borçlusunun dava dışı şirket olması, genel ticari kredi sözleşmesindeki "...Müşteri, bankanın gerekli gördüğü zaman talep edeceği miktar ve nitelikte ticari senetleri vermeyi taahhüt eder. Banka senetlerin dilerse rehnini, dilerse temlikini istemeye yetkilidir..." şeklindeki hüküm karşısında, senet metninde "teminattır" kelimesi yazılı olmasa da, dava konusu senedin teminat senedi olduğunun kabulü gerektiği- Borcun kapatılmasından sonra ipoteğin fek edileceğini bildirip, davacının dava dışı şirket adına söz konusu borcu kapatmasından birkaç saat sonra aynı gün dava dışı şirkete yeniden kredi kullandırıp, yeni kredi borçlarından dolayı davacıyı ilk kredinin teminatı olarak verilen bono nedeniyle sorumlu tutmasının da iyiniyet prensipleri ile bağdaşmayacağı- Dava konusu bononun kredi sözleşmesinin teminatı olarak davalı bankaya verildiği ancak taraflar arasındaki genel ticarî kredi sözleşmesinde davacının vermiş olduğu teminat hâlen devam ettiğinden ödeme tarihiden hesabın kat edildiği tarihe kadar olan borç miktarının hesaplanması gerektiği" şeklindeki görüşün HGK çoğunluğunca benimsenmediği-
Kanun yoluna başvuru harcı yatırılmak suretiyle süre tutum dilekçesi veren davacı, gerekçeli kararın tebliğ edilmesinden sonra süresi içinde sunduğu karar düzeltme talepli dilekçesinde; yerel mahkeme kararının bozulmasını gerektiren sebeplerin bildirildiğinden, dilekçe başlığında "karar düzeltme talebi" yazılmışsa da, özü itibariyle direnme kararına karşı verilen temyiz dilekçesi niteliğinde olduğu- İnanç sözleşmesi ilişkisinin varlığı kural olarak yazılı veya kesin delillerle ispatlanması gerektiği- Yazılı belge ile akdi ilişkinin varlığını kanıtlayamayan davacı açıkça yemin deliline dayandığından, hâkimin davayı aydınlatma ödevi ile yargılamanın sevk ve idaresi çerçevesinde, mahkemece davacı tarafa yemin teklif etme hakkı hatırlatılarak varılacak sonuca göre hüküm kurulması gerektiği- 03.03.2017 T. 2/1 s. İBK kararının HMK'nın yürürlüğe girmesinden sonra açılmış olan davalarda tarafların dava ve cevap dilekçeleri ile delil listelerinde "sair deliller, her türlü delil, ve sair deliller" gibi ibarelerin bulunması hâlinde, tarafların yemin deliline başvurmuş sayılamayacakları ve bu kapsamda hâkimin ispat yükü kendisine düşen tarafa "yemin teklifinde bulunma hakkı"nı hatırlatamayacağı hususunda olduğu, somut olayda bu İçtihadı Birleştirme Kararının uygulanma imkanının bulunmadığı- "Yürürlükten kalkan HUMK 344'de düzenlenen yemin; taraf yemini ve re'sen yemin olarak ikiye ayrılmış iken, HMK'nın 227. maddesinde tarafın karşı tarafa yemin teklifinin düzenlendiği, buna göre delil listesinde yemin deliline dayanan tarafın iddia veya savunmasına dayanak yaptığı bir vakıayı yemin ile ispat etmek istiyorsa bizzat kendisinin karşı tarafa yemin teklif edeceğini bildirmesi gerektiği, hâkimin ispat yükü kendisine düşen tarafın iddia ve savunmasına dayanak yaptığı vakıaları ispat edememesi durumunda karşı tarafa yemin teklif etme hakkını hatırlatmasının taraflarca getirilme ilkesine (HMK 25) aykırı olduğu, hâkimin yemin teklif etme hakkını hatırlatmasının "hâkimin davayı aydınlatma ödevi" (HMK 31) kapsamında olmayıp iddia ve savunmanın ispatına ilişkin bir husus olduğu; tarafların iddia ve savunmasına dayanak yaptıkları vakıaları hangi delille ispat edeceklerini bildirmek zorunda oldukları (HMK. 194/2), iddia edilen her bir vakıanın hangi delillerle ispat edileceği hususunun (HMK. 119-f) dava dilekçesinde, savunmanın dayanağı olarak ileri sürülen her bir vakıanın hangi delillerle ispat edileceği hususunun (HMK. 129-e) cevap dilekçesinde gösterilmesi gerektiği, tarafların iddia ve savunmasına dayanak yaptığı vakıalardan bir yada birkaçını veya tamamını doğrudan karşı tarafa yemin teklif etmek suretiyle ispat edeceğini bildirmediği sürece, hâkimin davaya müdahale sayılacak şekilde taraflardan birine karşı yemin teklif etme hakkını hatırlatmasının hâkimin tarafsızlığı ve HMK'nın düzenlediği taraf yemini ile bağdaşmadığı" şeklindeki görüşün HGK çoğunluğunca benimsenmediği-