Davalı üniversite ile dava dışı temizlik şirketi arasında hizmet alım sözleşmesi imzalandığı, söz konusu hizmet alım sözleşmesi kapsamında acil tıp teknisyeni, sağlık memuru, ebe, hemşire, anestezi teknisyeni gibi görevlerde olmak üzere toplam 316 kişinin sağlıkla ilgili işlerde diğer işçilerin ise temizlik işlerinde çalıştırıldığı- Her ne kadar ilk hizmet alım sözleşmesi dönemi itibariyle davacı, alt işveren işçisi olarak görünmekte ise de, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı İş Teftiş Kurulu Başkanlığının inceleme raporu ile sağlık hizmeti işini yapan sağlık işçileri bakımından yapılan uygulamanın muvazaalı işlem olduğu tespit edildiğinden ve bu tespite yapılan itiraz mahkemece reddedildiğinden, davacının işe ilk giriş tarihinden itibaren asıl işveren işçisi sayılması gerektiği- İlk hizmet alım sözleşmesinin süresi sona erdikten sonra davacı yeniden alt işveren şirket işçisi olarak çalıştırılmış ise de, “Asıl işverenin işçilerinin alt işveren tarafından işe alınarak çalıştırılmaya devam ettirilmesi suretiyle hakları kısıtlanamaz veya daha önce o işyerinde çalıştırılan kimse ile alt işveren ilişkisi kurulamaz." hükmü gereğince davacının işveren işçisi olarak çalıştırılmasına ilişkin işlem de muvazaalı kabul edilmeli ve davacının bu dönemde de asıl işveren işçisi sayılması gerektiği- Bu itibarla, davacının tüm çalışma dönemi yönünden muvazaa sebebiyle davalı Üniversite işçisi olduğu kabul edilmeli; davalı Üniversite nezdinde çalışan emsali işçi ve ücreti tespit edilerek oluşacak sonuca göre davacının fark ücret alacaklarının hüküm altına alınması gerektiği-
TBK 19 uyarınca açılan muvazaa hukuksal nedenine dayalı iptal davasında, davalı borçlu tarafından icra dosyasına, "sürelerden feragat ediyorum, tüm maaşım üzerine haciz konulmasına muvafakat ediyorum" şeklinde beyan verilmediği, takiple ilgili araştırmaların ve işlemlerin yapıldığı, davalı 3. kişi, davalı borçlunun uzak akrabası olup, yapılan malvarlığı araştırmasında, davalı 3. kişinin kırtasiye işlettiği, aylık gelirinin 5.000,00 TL civarında olduğu, 3 adet aracının olduğu, kendisine ait evde ikamet edip, kira vermediği belirtildiğinden, davalı borçluya icra takibine konu edilen borcu verebilecek durumda olduğu da anlaşıldığından, dava konusu icra takibinin muvazaalı yapıldığı ispatlanamadığından davanın reddine karar verilmesi gerektiği-
Davalı eşin aile konutu şerhi bulunan taşınmazı diğer davalıya devrettiğini, yine evlilik birliği içinde alınan taşınmazı mal kaçırma amacıyla diğer davalıya devrettiğini belirterek, anılan taşınmazların tapu kaydının iptali ile davalı adına tapuya kayıt ve tesciline karar verilmesi isteminde bulunduğu davada; gerek dava dilekçesi, gerekse mahkemenin kabul biçimine göre davanın, Türk Borçlar Kanunu'nda yer alan genel muvazaa hukuksal nedenine dayandığı ve bu davanın genel görevli Asliye Hukuk Mahkemesinde çözümlenmesi gerektiği-
Asıl işverenin, işçilerin işe alınması veya görev yerlerinin değiştirilmesiyle ilgili bazı yetkileri uhdesinde tutmasının tek başına muvazaanın varlığını göstermeyeceği, iş yerinin hastane olması karşısında verilen hizmet ve sağlık kuralları açısından asıl işveren yetkililerinin de işçilere emir ve talimat vermesi gereken durumların ortaya çıkabileceği- Davalı Bakanlığa bağlı hastanede dava dışı şirketin üstlendiği iş kapsamında çalışan davacıya işin yürütümü ile ilgili gün içinde hastane yetkililerince verilen emir ve talimatlar, asıl işverenin yönetim ve denetim hakkı kapsamında yaptığı işlemlerin tek başına asıl işveren – alt işveren ilişkisinin muvazaalı olduğunu göstermeyeceği- Muvazaa iddiasına ilişkin ispat yükünün yerine getirilemediğinden, mahkemece ilave tediye alacağı talebinin reddi gerektiği-
Davalıların murisinin davacıların murisini 09/02/2006’da öldürdüğü, davacıların olay nedeniyle 06/06/2006’da ... Asliye Hukuk Mahkemesinde ... esas sayılı dosyasıyla maddi ve manevi tazminat istemli dava açtıkları, davanın kısmen kabulüne karar verildiği, kararın 22/02/2010 tarihinde kesinleştiği, davalıların murisinin tazminat davasının açıldığı gün cezaevinden vekalet vererek üzerine kayıtlı taşınmazları davalıya devrettiği ve davalının aynı köyde ikamet ettiğinin anlaşıldığı- Muvazaa iddiasının, yasada öngörülen ve Yargıtay içtihatları ile istikrar kazandığı üzere muvazaanın mevcut olup olmadığı hususunda araştırma ve inceleme yapılmak suretiyle belirlenebileceği- Bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesinin, davalılara yapılan temliklerin gerçek yönünün asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlı olduğu- Bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanması yanında birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesinin de büyük önem taşımakta olduğu- Şu durumda; davalıların murisinin davalıya taşınmazları devir tarihi, davalının tarafların murisleri ile aynı köyde ikamet etmesi ve öldürme olayını bilmesi, tanık anlatımları ile toplanan diğer delillere göre davalıların murisinin açılan tazminat davasını sonuçsuz bırakmak amacıyla davalıya muvazaalı satış yaptığı anlaşıldığı-
Tapu iptali ve tesciline ilişkin davanın niteliği gereği taşınmazın son maliki bakımından iddianın incelenebilmesi için, ilk el durumundaki dava dışı kişi ile arasındaki hukuki ilişkinin, inançlı işleme dayalı olup olmadığının açıklığa kavuşturulması gerektiği-
Nam-ı müstearın, adını herhangi bir nedenle gizli tutmak isteyen bir kişinin, sözleşmeyi kendi hesabına, başka bir kişiye yaptırması olduğu- Nam-ı müstear niteliğindeki tasarruf işlemlerinin tasarrufun iptali davasına konu olabileceği- Nam-ı müsteara dayalı tasarrufun iptali isteğine ilişkin davalarda yaklaşık ispat ve diğer koşulların varlığı değerlendirilmeden, mahkemece, “ihtiyati haciz talebinin reddine" karar verilemeyeceği-
6098 sayılı TBK’nun 19. (mülga 818 sayılı BK’nun 18.) maddesinde düzenlenen genel muvazaa hukuksal nedenine dayalı sıra cetvelinin iptali ile davalı tarafından icra dosyası kapsamında tahsil edilen bedel yönünden alacak istemi- Borçlunun maaşına yazılan haciz yazılarının sıraya konularak bu sıra ile ödeme yapılmasının İİK'nın 140/1 maddesinde tanımlanan sıra cetveli niteliğinde olmadığı- Mahkemece, davanın TBK'nın 19. maddesinde düzenlenmiş muvazaa iddiasına dayalı iptal istemine ilişkin olduğunun kabulü doğru ise de; ispat yükü yönünden genel ilkelere uygun olarak ispat yükünün davacıda olduğu kabul edilerek uyuşmazlığın çözümlenmesi gerekirken ispat yükü davalıya yüklenerek yazılı şekilde hüküm kurulmasının hatalı olduğu-
Davanın ister İİK.'nun 277 vd. maddelerine dayalı isterse TBK.'nun 19. maddesi gereğince açılmış olan tasarrufun iptali davası olsun, davanın görülebilmesi için, davacının, borçludan 'gerçek' bir alacağının olması gerektiği-
Davanın "BK 18 (TBK 19)'a dayalı muvazaalı işlemin iptali" istemine mi yoksa "İİK. 277 vd.na dayalı tasarrufun iptali" istemine mi ilişkin olarak açıldığının tespiti ile hak düşürücü süre hakkında-