Mirasbırakan ile aynı köyden olan davalının, mirasbırakana ve ailesine uzun yıllar baktığı, mirasbırakanın eşinin ölümünden sonra; davalı ve ailesinin mirasbırakanla aynı çatı altında yaşamaya başladıkları, mirasbırakanın son yıllarını yatalak halde geçirdiği, tüm ihtiyaçlarının davalı tarafından giderildiği, davalının, bir evladın ebeveynine bakmakla ve göstermekle yükümlü olduğu şartlarda, ilgisini ve hizmetini esirgemediği tanık beyanlarından da anlaşıldığından; mirasbırakanın gerçek irade ve amacının mirasçılardan mal kaçırmak olmadığı, kendisine ve ailesine özenle bakan davalıya minnet duyguları ile çekişme konusu taşınmazları temlik ettiği, temlikin, bakım, hizmet ve emek karşılığı gerçekleştirildiği, hâl böyle olunca; ilgili taşınmazlar bakımından muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil isteğine ilişkin davanın reddine karar verilmesi gerektiği-
Davanın, TBK'nun 19. maddesi gereğince açılmış muvazaa hukuksal nedenine dayalı iptal istemine ilişkin olduğu- Muvazaa davası ile davacı-alacaklının, borçlunun yaptığı tasarrufi işlemlerin gerçekte hiç yapılmamış olduğunu tespit ettirmeyi amaçladığı- Davacının bu davadaki amacının, alacağını tahsil edebilmek için muvazaa nedeniyle temelde geçersiz olan işlemin hükümsüzlüğünü sağlamak olduğu- Muvazaaya dayalı iptal davasında davacı 'muvazaalı işlemle kendisinin zararlandırıldığını' ileri sürdüğünü- Davacının iddiasını kanıtlaması halinde iddianın, alacağın tahsiline yönelik bulunduğu da gözetilerek İİK 283/1 maddesi kıyasen uygulanarak iptal ve tescile gerek olmaksızın davacıya haciz ve satış isteyebilmesi yönünden hüküm kurulması gerekeceği- Eldeki davada borçlu ile lehine tasarrufta bulunduğu 3.kişi arasında zorunlu dava arkadaşlığı bulunmak olduğu-
Muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil isteğine ilişkin davada; davacılara verilen taşınmaz değerleri ile davalıya verilen taşınmaz değerlerinin birbirine yakın olduğu, mirasbırakanın amacının terekeden veya mirasçılardan mal kaçırmak değil, taşınmazları paylaştırmak olduğu, hal böyle olunca; davanın reddine karar verilmesi gerektiği-
İ. sözleşmesinin, 5.2.1947 tarihli ve 20/6 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca ancak, yazılı delille kanıtlanabileceği, bu yazılı delilin, tarafların getirecekleri ve onların imzalarını taşıyan bir belge olması gerektiği- Somut uyuşmazlıkta davacı taraf dava dilekçesinde yemin deliline dayandığından mahkemece davacı tarafa yemin teklifinde bulunup bulunmayacağı hatırlatılarak soncuna göre bir karar verilmesi gerektiği-
Somut olaya gelince; davacı ile davalı V. arasında düzenlenen ve varlığı inkar edilmeyen 21.05.2012 tarihli "BELGEDİR" başlıklı sözleşmenin 05.02.1947 tarih 20/6 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca inançlı işlemin belgesi niteliğinde olduğu açık olup, inançlı işlem iddiasının kanıtlandığı belirlenmek suretiyle tazminat isteğinin kabulüne karar verilmesinde kural olarak bir isabetsizlik bulunmadığı- 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun 97. maddesi hükmü gözetilmek suretiyle, davacının davalı V.’ye olan gerçek borç miktarı yöntemince saptanarak, bu miktarın dava konusu taşınmazın dava tarihindeki değerinden mahsup edilmesi ile davacı yararına tazminata hükmedilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme ile çekişmeli taşınmazın davacının kullanımında olmadığı gözetilmeksizin, doğru olmayan yöntemle yazılı şekilde hesaplama yapılarak karar verilmesinin doğru olmadığı-
Somut uyuşmazlık bakımından, davalı tarafça davaya konu taşınmaz satışı işleminin muvazaalı olmadığı, gerçek bir satış olduğu ileri sürülmüş ise de; taşınmazın satış bedeli ile keşfen belirlenen gerçek bedeli arasındaki fahiş fark dikkate alındığında satış işleminin muvazaalı olduğu-
Anılan boşanma davasının sonucu beklenerek, bu dava sonunda davacının bir alacağı olmadığının anlaşılması halinde; davanın hukuki yarar yokluğundan reddine, aksi durumda yani bir alacağın var olması halinde ise; boşanma dosyası da değerlendirilmek suretiyle davalılar arasındaki akrabalık ve tanışıklık da göz önünde tutularak TBK’nun 19. maddesine göre muvazaa olgusunun gerçekleşip gerçekleşmediği irdelendikten sonra, muvazaanın ispatı durumunda davanın kabulüne karar verilmesi gerektiği-
Takip alacaklısına karşı açılan davada, açıkça sıra cetvelinin iptali davası açtıkları hususu vurgulandığından ve maaş haczine ilişkin işlemler sıra cetveli hükmünde olduğundan, dava dilekçesinde ileri sürülen maddi olgulara göre açılan davanın muvazaa nedenine dayalı sıra cetveline itiraz davası olduğu ve takip borçlusunun davada yer almasına gerek olmadığı- "Maaş üzerinde birden fazla haciz varsa bunların sıraya konulacağı, sırada önde olan haczin kesintisi bitmedikçe diğerine geçilemeyeceği, maaş hacizleri ile ilgili yapılan bu sıralamanın sıra cetveli niteliğinde olmadığından davanın da sıra cetveline itiraz davası olarak nitelendirilemeyeceği, davanın TBK. 19 muvazaa nedenine dayalı iptal davası olduğu ve öncelikle taraf teşkilinin sağlanarak genel hükümlere ve ispat kurallarına göre yargılama yapılması gerektiği yönünde görüşün HGK çoğunluğunca benimsenmediği-
Taşınmazın devredildiği tarihten 1-2 sene sonra davalı-borçlunun, davalı-alacaklıya nafaka ödemesi yaptığı görüldüğünden, taşınmazı nafaka borcunu ödemek için devredildiği iddiasının dinlenemeyeceği- Taşınmaz devri ödemelerden çok daha öncesinde yapıldığı ve taşınmazın tasarruf tarihindeki değeri ve dosyadaki tüm deliller birlikte değerlendirilerek sonuca gidilmesi gerekirken mahkemece, satış işleminde muvazaa olmadığından davanın reddine karar verilmesinin isabetsiz olduğu-
Davaya konu taşınmazı muvazaalı olarak iktisap eden davalının işgali iyi niyetli sayılamayacağı ve kendisinden mal kaçırılan davacıların, murisin ölüm tarihinden başlayarak dava tarihine kadar geçen süre için ecrimisil isteyebileceği-