TBK. 19 uyarınca muvazaalı araç satışı nedeniyle uğranılan zararın tazminine yönelik davada, davacıların talebi miras hukuku ilkelerine dayanmadığından ve "muris tarafından davacı asile halk otobüsü hissesi devredildiği hususunun" ispatına yönelik beyanlar dışında yazılı bir delil de dosyada mevcut olmadığından, diğer davacılar yönünden muvazaanın varlığı kabul edildiğine göre davacılardan ... yönünden muvazaanın varlığının kabul edilmesi gerekirken anılan davacı yönünden davanın reddine karar verilmesinin hatalı olduğu- Belirsiz alacak davası olarak açılan davada, alacağın miktarı tam ve kesin olarak belirlendiğinde tahkikat sona ermeden hakim tarafından verilecek iki haftalık kesin süre içerisinde davacı alacağını belirleyerek bu miktar üzerinden talebini arttırabileceğinden, mahkemece davacılara, alacak miktarını belirlemek üzere HMK’nın 107/2. maddesi gereğince süre verilmesi gerektiği-
Bononun, taraflar arasında her zaman düzenlenebilecek ve vadesi taraflarca belirlenebilecek nitelikte bir kambiyo senedi olduğu-  Vekalet sözleşmesinin de adi şekilde hazırlanan ve taraflarca her zaman düzenlenebilecek nitelikte olduğu-  Muvazaa nedeniyle iptal istemine ilişkin davada, davalı borçlu ile iş ortağının oğlu olan davalı üçüncü kişi ve davalı borçlunun avukatı olan diğer davalı üçüncü kişi arasında gerçek bir hukuki ilişkinin mevcut olup olmadığı araştırılarak bonoların tanzim tarihi, takip tarihleri de dikkate alınarak ve tüm deliller birlikte değerlendirildikten inceleme yapılması gerektiği-
Davanın reddine karar veren mahkemenin, davalı yararına 'dava değeri' üzerinden nisbi olarak vekalet ücretine hükmetmesi gerekeceği-
Bozmaya uyan mahkemenin bozma kararında belirtildiği şekilde işlem yapmak ve orada gösterilen doğrultuda hareket etmek zorunluluğunun bulunduğu- Bozmaya uyulmakla taraflar lehine usuli kazanılmış hak doğacağından artık mahkemece bozma gereklerini yerine getirme zorunluluğunun doğacağı- Somut olayda; davacılar taleplerini tazminata dönüştürüp sonra dava konusunu devretmiş olduğundan taşınmazın dava tarihindeki değerinden davacının davalı tarafa ödemesi gereken ancak ödemediği borcu indirilmek sureti ile kalan bedelin kabulüne karar verilmesi gerektiği-
Taraflar arasındaki tapu iptali ve tescil, olmadığı takdirde tenkis davasında, dava konusu kerpiç ev ve avlu vasfındaki taşınmazın gerçek değeri ile tapuda gösterilen bedeli arasında fahiş bir fark bulunduğu dikkate alındığında; mirasbırakanın diğer mirasçılarından mal kaçırmak amacıyla dava konusu taşınmazı tek erkek evladının oğlu olan davalıya satış suretiyle temlik ettiği, ancak resmi akitte satış olarak gösterilen işlemin gerçek bir satış olmayıp, bedelsiz olarak yapılan devrin bağış niteliğinde olduğu sonucuna varıldığı- Satışa konu edilen bir malın devrinin belirli bir bedel karşılığında yapılacağı açık olmakla birlikte, bedelin mutlaka para olması şart olmayıp, ebeveynin normal bakımın ötesinde özel bir ihtimam ve bakıma muhtaç olduğu ve görev sınırının aşıldığı durumlarda yapılan bakım ve hizmetin semen olarak değerlendirilmesinin de mümkün olduğu, böyle bir durumda temlik ivazlı sayılsa da somut olayda davalının uzun yıllar boyunca dedesine bakıp hizmet ettiği yönündeki savunmasını ispat eder nitelikte bir delil bulunmadığından mirasbırakan tarafından yapılan temlikin mirasçıdan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğu-
İhtiyati haciz talebi bakımından yapılan değerlendirmede, muvazaa nedeniyle iptal ile tasarrufun iptaline ilişkin davalarda geçici hukuki koruma yolu olarak sadece ihtiyati haciz talep edilebileceğinin benimsendiği, tasarrufa konu taşınmazın mal kaçırma kastı ile kardeşe satıldığı iddiasıyla eldeki davanın açıldığı ve ihtiyati haciz kararı verilebilmesi için davanın tam olarak ispatlanması gerekmediği, yaklaşık ispat koşullarının gerçekleştiği, davacının dava açmakta haklı olup olmadığının yargılamayı gerektirdiği, ihtiyati haciz için davaya ilişkin tüm koşulların ispatlanmasının beklenemeyeceği; bu nedenlerle mahkemece ihtiyati haciz talebinin kabulüne karar verilmesi gerekirken reddinin doğru olmadığı-
Davalı borçlu aleyhine girişilen icra takibinin kesinleşmesinden hemen sonra söz konusu satışların yapılmış olması, devralan davalıların icra takip dosyası borçlusunun teyzesinin oğlu ve köylüsü olması, devredilen taşınmazların miktarları ile traktör gözetildiğinde satış bedellerinin düşük olması, davalı borçlu tarafından çekilen kredilerin bir kısmının taşınmazın alım tarihlerinden çok önce olması ve taşınmazın alım tarihinden sonraki kredilerin ise söz konusu taşınmazların ve traktörün alımı için kullanıldığının sabit olmaması gözetildiğinde devirlerin muvazaalı olduğunun kabulü ile "icra dosyasındaki alacak miktarı ile sınırlı olmak üzere, davacıya dava konusu taşınmazlar ile traktör üzerinde haciz ve satış isteyebilme hakkı tanınması" şeklinde TBK 19 uyarınca açılan davanın kabulüne karar verilmesi gerektiği-
Muvazaanın; "tarafların üçüncü kişileri aldatmak amacı ile ve fakat kendi gerçek iradelerine uymayan ve aralarında hüküm ve sonuç doğurmayan bir görünüş yaratmak hususunda anlaşmalarıdır" şeklinde tanımlanabileceği- Gerek öğretide ve gerekse uygulamada muvazaa, mutlak ve nispi muvazaa olarak ikiye ayrılmakta olduğu- Mutlak muvazaada tarafların herhangi bir hukuki işlem yapmayı istemedikleri, yalnız görünüşte bir hukuki işlem için gerekli irade açıklamasında bulundukları; nispi muvazaada ise tarafların gerçekten belli bir hukuki işlem yapmak istedikleri ancak onu saklamak amacıyla, bir başka hukuki işlemin kurulduğu görüşünü yaratmak üzere irade açıklamasında bulundukları, taraflar ister salt bir görünüş yaratmak için ister başka bir sözleşmeyi gizlemek amacıyla sözleşme yapsınlar görünüşteki sözleşmenin, gerçek iradelerine uymadığından geçersiz olduğu- Davalının icra takip dosyasına sunduğu dilekçesinde ‘takibe itiraz etmediği ve takip konusu alacak miktarını kabul ettiği’ ve SGK nezdinde bulunan istihkaklarının bulunduğunu bildirdiği, davalılar arasındaki borç doğuran işlemin, gerçek bir hukuki ilişkiye dayandığının ispatlanamaması karşısında, davaya konu icra takibinin muvazaalı olduğunun kabulü gerektiği-
Taraflar arasındaki akdi ilişki, asıl işveren alt işveren ilişkisini doğrulamıyor, ya da bu sözleşmelerin muvazaaya dayandığı saptanmış ise, bunun doğal sonucu olarak, işçi işveren ilişkisinin hukuksal statüsünden kaynaklanan ve işçilik hakları olarak da adlandırılan; kıdem, ihbar tazminatı gibi alacaklardan, gerek doğrudan ve gerekse dolaylı olarak, işveren sıfatını taşımayan davalının sorumlu tutulmasının mümkün olmayacağı- Tarafların bilerek ve isteyerek iradeleri ve beyanları arasında böylesi bir uygunsuzluğu yaratmaları halinde muvazaanın söz konusu olacağı- Muvazaalı sözleşme tarafların gerçek iradelerini yansıtmadığından başlangıçtan beri geçersiz sayılacağı ve sözleşmenin geçersiz olması sebebiyle taraflar bir zarara uğramış olsalar bile bunu birbirlerinden talep edemeyeceği- Dava konusu olayda davacı; 'davalı ile aralarında hizmet alım sözleşmeleri bulunduğunu' öne sürerek 'davalı şirkette çalışan dava dışı işçilerin işçilik alacaklarının ödenmediğinden bahisle yapılan ödemelerin rücuen tahsilini istediği' davada davalı 'davacı arasında gerçek bir asıl-alt işveren ilişkisi olmadığını' ve ' taraflar arasındaki sözleşmenin muvazaalı olduğunu' savunduğundan 2011-2014 dönemine ait taraflar arasındaki tüm hizmet alım sözleşmeleri, ihale şartnameleri, getirtildikten sonra davalının muvazaa iddiası üzerinde durularak, taraflar arasındaki sözleşmelerin muvazaalı olup olmadığı tespit edilerek, dava dışı işçilerin işten çıkarıldığı tarihte işçilik alacaklarını hak edip etmediği ve miktarı belirlendikten sonra sonucuna göre karar verilmesi gerektiği-
İnançlı işlem hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil istemi-uyuşmazlığın çözümünde etkili olan delillerin toplandığı ve değerlendirildiği gözetilerek ikinci adım mahiyetindeki TBK’nin 97. maddesinin uygulanması değerlendirilerek bir sonuca gidilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme ile HMK’nin 353/1.a.6 maddesine aykırılık gerekçe gösterilerek hükmün ortadan kaldırılamayacağı-