Maddi olayları ileri sürmek taraflara, hukuki nitelendirme yapmak ve uygulanacak kanun maddelerini belirlemek hakime ait olduğundan tarafların hukuki nitelendirmeyi doğru yapma zorunluluğu olmadığı- Dava dilekçesinin içeriği ve sonuç kısmı da bir bütün halinde değerlendirilmesi gerektiği- Somut olayda; tasfiyeye konu taşınmazın edinme tarihi de dikkate alındığında, davacının mal rejiminin tasfiyesi ile katkı payı alacağı talebinin olduğunun kabulü gerektiği-
İlk derece mahkemesince davacının dava dilekçesinde tüm talepleri yönünden katkı payı alacağı talep ettiği, ayrıca katılma alacağı talep etmediği, şirkete kişisel mallarıyla katkısı olduğunu da ispatlayamadığı gerekçesiyle bu alacak kalemi yönünden davanın reddine karar verilmiş ise de, dava dilekçesinin içeriği ve sonuç kısmı da bir bütün halinde değerlendirildiğinde davacının şirket yönünden artık değere katılma alacağı talebinin olduğunun kabulü gerektiği-
Satış ilanının tebliğ edilmediği ileri sürülmemiş ise de, ihalenin feshi davasında borçlu tarafından maddi vakıa olarak açıkça satış ilanının usulsüz tebliğ edildiğinin ileri sürülmesinin yeterli olduğu-Satış ilanının, iflasın ertelenmesi davasında borçluyu temsil eden vekile tebliği gerekeceği, takip dosyasına ayrıca vekaletname sunulmamış olmasının, söz konusu mahkeme kararının dosyaya ibraz edilmiş olması karşısında, artık borçlunun takipte vekille temsil edildiği gerçeğini ortadan kaldırmayacağı- Vekili varken asile gönderilen satış ilanı tebligatının yok hükmünde olup sonuç doğurmayacağı-
İlk derece mahkemesince 818 sayılı Borçlar Kanunu'nda düzenlenmediği gerekçesiyle kıdem tazminatı, fazla çalışma ücreti, dini bayram ve ulusal bayramlarda çalışma alacağı, yıllık izin ücreti taleplerinin reddine karar verilmiş ise de davacının kıdem tazminatı yönündeki talebinin 818 sayılı Borçlar Kanunu'nun 345. maddesi gereğince muhik tazminat talebi olarak kabulünün gerekmesine göre davacının diğer talepleri yönünden ise Borçlar Kanunu'nun 329. ve 334. maddeleri düzenlemesinin değerlendirilmesi gerekeceği-
Ortaklığın giderilmesi davalarında, davacının, dava konusu taşınmazların paydaşlarını her zaman bilmek ve tanımak zorunda olmadığından, dava dilekçesinde bilebildiği bilgiler ve tapu kayıtlarını esas alarak tarafları göstermek dışında bir yükümlülüğe zorlanamayacağı- Mahkemece, mirasçılık belgelerini temin etmek üzere mirasçılara verilen yetki belgesinin, sürenin bitimine yakın düzenlenmiş olması nedeniyle davacı vekilinin ara karar doğrultusunda işlem yapması oldukça zor olmakla beraber, mirasçılık belgesi alınacak kişilerin sayıca fazla oluşu ve dava açma hazırlıkları gözetildiğinde de verilen süre yetersiz olduğu- Usulüne uygun olmayan ara karar sonucu davanın reddine karar verilmesi doğru görülmediği-
Her ne kadar, davalı-karşı davacı kadının istinaf başvuru dilekçesinde “Katılma yolu” ifadesi kullanılmışsa da, ilk derece mahkemesinin gerekçeli kararının tebliğinden itibaren süresi içinde istinaf başvurusunda bulunan kadının talebinin katılma yolu ile istinaf başvurusu olarak nitelendirilerek bazı taleplerinin incelenmemesinin doğru olmadığı-
Davacının İİK 277- vd. uyarınca tasarrufun iptalini talep ettiği dava dilekçesinin sonuç kısmında BK 18 ve İİK 277'e göre değerlendirme yapılmasının talep etmesi halinde, dava "tasarrufun iptali davası" olarak açıldığından ve uygun ıslah dilekçesi ile TBK 19 gereği muvazaaya dayalı iptal davası olarak görülmesi talebinin bulunmadığından, davaya İİK 277 vd.'na göre tasarrufun iptali davası olarak bakılması gerektiği-
Mahkemenin kanun yolu ve süresini hatalı belirlemesi halinde, kararda belirtilen süreye uyularak yapılan kanun yolu başvurusunun, adil yargılanma hakkı ve mahkemeye erişim hakkı kapsamında süresinde yapıldığının kabül edilmesi gerektiği-
Davacının, dava dilekçesindeki anlatımlarına göre, davasını inançlı işlem hukuksal sebebine dayandırmış olduğundan, mahkemece bu kapsamda inceleme yapılarak sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, dava konusu parsel yönünden, davalının asıl iradesinin 'davacı adına taşınmazı devralmak olduğu' gerekçesiyle, hukuki nitelendirmede hataya düşülerek davanın kabulüne karar verilmesinin doğru görülmediği-
Ödeme emrinin gerçek tebliğ tarihinin tespitine ilişkin şikâyetin usulsüz tebligat şikayeti olmayıp "bir hakkın yerine getirilmemesi" ile ilgili olduğu ve süresiz olarak şikâyet konusu yapılabileceği- Şikayet üzerine, gerçek tebliğ tarihinin tespit edilerek, borçlunun icra dairesine yaptığı itirazın süresinde olup olmadığının belirlenmesi gerektiği- Tebligat Kanunu m. 21/1'e göre yapılan tebligatlarda (2) nolu ihbarnamenin kapıya yapıştırıldığı tarihin tebliğ tarihi sayıldığı- Tebliğ belgesindeki işlemin aksinin iddia edilmesi hâlinde her somut olayın özelliği, oluş şekli, gerçekleşen maddi olgular en ufak ayrıntılarına kadar göz önünde bulundurup bu iddianın tahkik edilmesi gerektiği, tebligat parçasında yazılı olan hususun aksinin her türlü delille ispatlanabileceği- PTT’nin web sitesinden alınan bilgi amaçlı olan kayıtlara itibar edilerek şikâyetin kabulüne karar verilemeyeceği, bunun yerine, ilgili PTT müdürlüğünden şikâyet konusu tebligat ile ilgili kayıtlar getirtilerek, alınacak cevaba göre ödeme emrinin gerçek tebliğ tarihinin tespit edilmesine ilişkin şikâyet hakkında bir karar verilmesi gerektiği- "Borçlunun isteminin usulsüz tebliğ şikâyeti olmayıp, ödeme emrinin gerçek tebliğ tarihinin tespiti olarak nitelendirilmesi gerektiği, ödeme emri tebligat parçası üzerinde tebliğ tarihinin maddi gerçekliğe aykırı olduğu, muhtara teslim tarihinden bir gün öncesinin 2 nolu ihbarın kapıya yapıştırılma tarihi olamayacağı, ödeme emrinin muhtara teslim tarihin edilen tarihte tebliğ edildiğinin anlaşıldığı, mahkemece yapılan incelemenin yeterli olduğu gerekçesi ile direnme kararının bu değişik gerekçe ile onanması gerektiği" şeklindeki görüşün HGK çoğunluğu tarafından benimsenmediği-