İİK'nun 277 ve müteakip maddelerine göre alınmış tasarrufun iptaline ilişkin kararın amacı, yalnızca borçlunun tasarrufuna konu ettiği maldan alacaklının alacağını tahsil olanağını sağlamaktan ibaret olup, konusu ayni değil, sırf şahsi hakka ilişkin olduğu- Bu durumda anılan ilamın, HUMK'nun 443/4. (HMK 367.) maddesinde sayılan nitelikte olmayıp, İİK'nun 283. maddesine göre infazı için kesinleşme şartı aranmadığı-
Her zaman düzenlenmesi mümkün olan çek ve bononun, alacağın varlığını ispatlamaya tek başına yeterli olmadığı- Senetler, faturalar ve çekler ancak tarafları ve onların cüz'i ve külli halefleri yönünden kesin delil niteliğinde olup, temel ilişkinin ve kambiyo ilişkisinin dışında kalan davacı üçüncü kişi bakımından bu nitelikte bir ispat vasıtası olarak kabul edilemeyeceği- Davalı alacaklının savunma ve delilleri çerçevesinde alacağın gerçek olup olmadığının tartışılması, davalı ile borçlu arasındaki hukuki ilişkinin ve davalının alacağının doğum tarihinin değerlendirilmesi, sonucuna göre karar verilmesi gerekeceği-
Davalının kendisine olan 'altın borcu' sebebi ile davalıdan alacaklı olduğunun beyan edilmesi üzerine, davanın İİK'nın 277. vd. maddelerine dayalı 'tasarrufun iptali' olarak nitelendirmesi sonucu tasarrufun, İİK. m. 277. uyarınca iptal edildiği; fakat, tasarrufun iptali dava şartlarının (davacının alacağının gerçek olması, takibin kesinleşip kesinleşmediği, icra dosyasından usulüne uygun alınmış aciz vesikası bulunup bulunmadığı, borcun doğumunun tasarruf tarihinden önce olup olmadığı) tartışılıp, gerekçelendirmeden karar verilmesinin doğru görülmediği-
Dava tasarrufun iptali istemine ilişkin olup, miras taksim sözleşmesinin muvazaalı olduğu iddiasının, TMK'nun 676/son maddesi uyarınca davalılar arasında yazılı şekilde yapılan anlaşma belgesi ve dosya kapsamında bulunan diğer belgeler karşısında yerinde olup olmadığı noktasında toplanan uyuşmazlıkta; TMK’nun 676. maddesi uyarınca, terekeye tabi taşınmazların yazılı olmak koşuluyla mirasçılar arasında taksimi geçerli olup, taksimin geçerli olması için tüm mirasçılar arasında eşit bir paylaşımın gerekli olmadığı- Somut olayda yapılan paylaşımda hisselerin parasal değerine göre açık bir bedel farkının da bulunmadığı, eş söyleyişle, edimler arasında bir oransızlık bulunduğu, varsa bu oransızlığın ciddi ve objektif olarak makul karşılanmasının beklenemeyeceği bir durumun olmadığı- Takip konusu alacak miktarı ve paylaşım sonucu borçluya düşen oran dikkate alındığında, davalı borçlunun mal kaçırma kastıyla hareket ettiğine dair somut deliller sunulamadığı gibi, aksine borçlu davalının borçlarını ödemek gayesiyle hareket ettiği ve yapılan işlemlerin mal kaçırmak için değil, taksim gayesiyle yapıldığının ortaya konulduğundan mahkemece davanın reddine karar verilmesi gerektiği-
Davanın, İİK 277 vd. maddeleri uyarınca açılan tasarrufun iptali davası olduğu- Bu tür davaların dinlenebilmesi için, davacının borçludaki alacağının gerçek olması, borçlu hakkındaki icra takibinin kesinleşmiş olması, iptali istenen tasarrufun takip konusu borçtan sonra yapılmış olması ve borçlu hakkında alınmış kesin veya geçici aciz belgesinin bulunması gerektiği-Bu ön şartların bulunması halinde İİK.nun 278, 279 ve 280. maddelerinde yazılı iptal şartlarının bulunup bulunmadığının araştırılması gerektiği-
İtirazın iptalinin kabulüne ilişkin kararın henüz kesinleşmemiş olması halinde, anılan davanın, tasarrufun iptali davasında bekletici mesele yapılmasına karar verilmesi gerektiği-
Tasarrufun iptali davasının dinlenebilmesi için; alacaklının borçluda gerçek bir alacağının olması, borcun tasarruftan önce doğması, borçlu hakkındaki icra takibinin kesinleşmiş olması ve borçlu hakkında alınmış aciz belgesinin bulunması gerektiği- Davacının, iptal davası sabit olduğu takdirde, tasarruf konusu mal üzerinde cebri icra yolu ile hakkını almak yetkisini elde edeceği ve tasarruf konusu taşınmaz mal ise, davalı üçüncü şahıs üzerindeki kaydın düzeltilmesine gerek olmadan o taşınmazın haciz ve satışını isteyebileceği- Bu yasal nedenle iptal davası, alacaklıya alacağını tahsil olanağını sağlayan, nisbi nitelikte yasadan doğan bir dava olup tasarrufa konu malların aynı ile ilgili olmadığı-
Satışı yapılan taşınmaz için alacaklının daha önce açmış bulunduğu tasarrufun iptali davası sonucunda verilen kararın, ihale tarihinden önce kaldırıldığı hususunun fesih sebebi olarak kabul edilemeyeceği-
Davacı ile davalı borçlu şirket arasındaki ticari ilişkinin daha önce başladığı ve silsile halinde devam ettiği dikkate alındığında takibe konu alacakların taraflar arasında düzenlenen senetlerin keşide tarihinden ve iptali istenen tasarruftan önce doğduğunun kabulü gerektiği-Davalı-borçlu şirket kendi adına kayıtlı olan ve devir tarihinde 46.000 TL değerindeki aracın 20.000,00 TL bedel ile davalı üçüncü kişi şirkete devrettiğinden, aracın noter sözleşmesindeki satış bedeli ile tasarruf tarihindeki gerçek değeri arasında misli fark oluştuğu anlaşıldığından, tasarrufun iptali gerektiği-
Tasarrufun iptali davalarında, davalı üçüncü kişi, davacının alacağının gerçek bir alacak borç ilişkisine dayanmadığını iddia ettiği takdirde, davacı-alacaklının bu durumda alacaklı olduğunu ispat etmesi gerekeceği- Gerçekten de, bir hukuki ilişkide, en mantıklı olan, hukuki ilişkinin taraflarının o hukuki ilişkinin varlığını veya yokluğunu ispatlamaya çalışması olduğu- Özellikle muvazaa iddiasına dayalı davalarda gerçek bir alacak ilişkisinin olmadığını iddia eden ve o hukuki ilişkiye yabancı olan tarafın elinde, doğal olarak, alacağın varlığını veya yokluğunu ispata yönelik olarak belgeler bulunmayabileceği- Yargıtay, birbirini doğrulayan başkaca belgeler yoluyla alacağın varlığının ispat edilmesi gerektiğine vurgu yaptığı- Özellikle tarafların tacir olması durumunda, bu bononun veya çekin verilmesine dayanak teşkil eden hukuki ilişkinin varlığının ticari defterlerde de yer alması gerektiğini belirtmiş olduğu- İspat yükü kendisinde olan davacı – alacaklının; alacağının varlığını ve miktarını usulüne uygun ve birbirini doğrulayan, sonradan düzenlenmesi mümkün olmayan delillerle ispat etmesi gerekeceği-