Kural olarak, mülkiyet hukuku yönünden kıyı kenar çizgisinin belirlenmesi görevinin Adli Yargı’ya ait olduğu, ancak 3621 sayılı Kıyı Kanunu'nun 9. maddesi uyarınca idare tarafından kıyı kenar çizgisi belirlenmiş ve yazılı bildirime rağmen yasal süresinde İdari Yargıya başvurulmaması nedeniyle yargı yolunun kapanmış olması veya İdari Yargı tarafından verilip kesinleşmiş karar bulunması durumlarında, bunlara uygun şekilde kıyı kenar çizgisinin Adli Yargı tarafından saptanmasının gerekeceği-
Dava konusu taşınmaz bölümünün, 28.11.1997 tarih 5/3 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararıyla belirlenen veya belirlenecek olan kıyı kenar çizgisine göre değerlendirilmesinin ve ayrıca 19.01.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6099 sayılı Yasanın 16. maddesiyle 3402 sayılı Yasa’nın 36. maddesine bazı ilaveler getiren 36/A maddesi hükmüne göre kadastro işlemleri sebebiyle açılan davalar nedeniyle yargılama giderlerinden ve avukatlık ücretinden davalı tarafın sorumlu tutulamayacağı hususunun da gözetilmesinin gerekeceği-
Tescil konusu taşınmazın Kızılırmak'ın kuvaterner yaşlı iri blok çakıl, kum, kil ve silt boyutundaki genç alüvyon malzemelerinin üzerinde yer aldığı, bölgede su akış hızının arttığı, Kızılırmak ve Uluçay olmak üzere aktif dere yataklarına doğal sınırı bulunduğu, aktif dere yatağı olmamakla beraber dere taşkın sahası içerisinde kaldığı jeolog bilirkişinin raporundan anlaşıldığı, taşınmazın dere sularının etkisi altında olması nedeniyle, TMK.nun 715. maddesi uyarınca kazandırıcı zamanaşımı ve zilyetlik yoluyla tapuya tescilinin mümkün olamayacağı-
Kadastro işlemleri sebebiyle açılan davalar nedeniyle yargılama giderlerinden ve avukatlık ücretinden davalı tarafın sorumlu tutulamayacağı-
İptalin, kesin şekilde çözüme bağlanmış uyuşmazlıkları etkilemeyeceği ve henüz anlaşmazlık halinin, devam ediyorsa iptalin kapsamına gireceği-
Dere yatağının insan eliyle dolgu malzemesi kullanılmak suretiyle kullanılabilir hale getirilmesi imar-ihya sayılamayacağından böyle bir yerin zilyetlikle kazanılmasının da mümkün olmadığı, bu tür yerlerin TMK 715 ve 3402 s. Kadastro Kanunu’nun 16/C maddeleri kapsamında kalan Devlet’in hüküm ve tasarrufu altında bulunan yerlerden olup, özel mülkiyete konu olmayan ve TMK. 999 uyarınca tapuya kayıt ve tescili mümkün bulunmayan yerlerden olduğunun kabulünün gerekeceği-
Taşınmazda tapulamadan sonra sürdürülen zilyetliğin mülkiyet hakkının kazanılması yönünde değer ifade etmeyeceği de gözetilerek; çapta yazılı olan çekişmeli taşınmazın miktarı ile kayıttaki Hazine’ye aidiyeti belirlenen miktar oranlanmak suretiyle belirlenecek payın davacı Hazine adına tesciline karar verilmesinin gerekeceği-
Davalı Hazine vekilinin davanın başlangıcından itibaren dava konusu yerin yayla olduğunu savunmuş, taşınmazın bulunduğu mevkii de kadastro tutanağında Zorkun mevkii olarak gösterildiği, davacının dayandığı 1942 tarih 104 ve 119 sıra nolu vergi kayıtlarında Zorkun Yaylası yazılı bulunduğu gibi, davacının yine dayandığı harici satış senetlerinde de Zorkun Yaylası ibaresinin yazılı bulunduğunun belirlendiği, saptanan bu durum karşısında TMK. nun 715, 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 16/B ve 4342 sayılı Mera Kanunu’nun 1, 2, 3, 4, 5 ve devamı maddeleri gereğince dava konusu yerin yayla olup olmadığının yöntemine uygun bir biçimde araştırılıp belirlenmesinin zorunlu olduğu, yayla olarak nitelendirilen yerler içerisinde geçici nitelikte barınakların yapılması mümkün olup, daimi nitelikte oturmak amacıyla (özel kanunlardaki hükümler ayrıktır) bina inşa etmenin mümkün olmadığının taşınmazın niteliği ve Mera Kanunu gereği olduğu-