İş sözleşmesinin tarafları arasında ücret miktarı konusunda çıkabilecek ihtilaflarda gerçek ücretin her türlü delille ispatlanabileceği, ücretin mevcut delillerle şüpheye yer bırakmayacak şekilde belirlenmesi mümkün bulunmayan kimi durumlarda yapılacak iş, hizmet süresi ve diğer belirleyici özellikler göz önünde tutularak ve ayrıca ilgili meslek örgütlerinden sorulmak suretiyle de belirlenebileceği ve ancak meslek örgütlerince bildirilen ücret miktarlarının tarafları ve mahkemeyi bağlayıcı nitelikte olmayıp diğer bilgi ve belgelerle de desteklenmesi gerektiği- Davacının geçmiş dönem ücretleri yönünden hesap pusulalarında değişik tutarlarda ödeme yapıldığı ve davacı vekilinin de elden ödeme iddiası göz önünde bulundurulduğunda geçmiş dönem ücretleri belirlenemediğinden davacının fesih tarihindeki aylık ücretinin net 2.650,00 TL olduğu kabul edilerek fesih tarihindeki bu ücretin asgari ücrete oranlaması yapılmak suretiyle geçmiş dönemlere ait ücretlerinin belirlenmesi ve bu doğrultuda işçilik alacaklarının hesaplanması gerektiği- Fazla çalışmanın ispatı genel hükümlere tabi olduğundan fazla çalışma yaptığını iddia eden işçinin bu durumun kanıtlanması gerektiği, işçinin imzasını taşıyan bordronun, sahteliği ispat edilinceye kadar kesin delil niteliğinde olduğu ve imzalı bordroda görünen fazla çalışma alacağının ödendiğinin karine olarak kabul edildiği- İşçinin fazla çalışma alacağının daha fazla olduğu yönündeki ihtirazi kaydının bulunması hâlinde, bordroda görünenden daha fazla çalışmanın ispatı her türlü delille söz konusu olabileceği, buna karşın bordroların imzalı ve ihtirazi kayıtsız olması durumunda dahi işçinin geçerli bir yazılı belge ile bordroda yazılı olandan daha fazla çalışmayı ispatlamasının mümkün olduğu- Fazla çalışmanın ispatı konusunda işyeri kayıtları, özellikle işyerine giriş çıkışı gösteren belgeler, işyeri iç yazışmalarının delil niteliğinde olduğu ve ancak, fazla çalışmanın bu tür yazılı belgelerle kanıtlanamaması durumunda tarafların dinletmiş oldukları tanık beyanları ile sonuca gidilmesinin gerektiği- Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında, imzalanan hesap pusulalarındaki temel ücretin hatalı gösterilmesi, davacı vekili tarafından dosyaya sunulan işyeri iç yazışması, taraf tanıklarının beyanları dikkate alındığında davacının işyerinde gündüz vardiyasında iki haftada bir hafta tatili yapmak suretiyle 07.00-19.00 saatleri arasında çalıştığının sabit olduğu, pusulalarda gözüken ve ödenen miktarların davacının çalışma düzenine göre ortaya çıkan ve hak ettiği gerçek fazla çalışma alacağı karşısında sembolik kaldığı anlaşıldığından bilirkişi raporunun dosya kapsamına uygun olduğu ve bu yönüyle direnme kararının yerinde olduğu görüşü ileri sürülmüşse de bu görüşün kurul çoğunluğu tarafından benimsenmediği- İşverenin iş yerinde çalışan işçilerin yıllık ücretli izinlerini gösterir izin kayıt belgesi tutmak zorunda olduğu- İmzası inkar edilmeyen izin formlarının incelenmesinde bir kısmında iznin türü bölümünde "yıllık iznin" yazılı olduğu, bir kısmında ise "aylık izin" kutucuğunun işaretli olduğu görülmüş olup belgelerin altındaki imzalar davacı tarafından inkar edilmediğinden davacının imzasının bulunduğu ve yıllık izin belgesi olduğu tespit edilen belgelerdeki izinlerin kullanıldığı davalı tarafça ispatlanmış olmakla kullanılan bu izinlerin yıllık izin ücretinin hesaplanmasında yıllık izin süresinden düşülmesi gerektiği-Davaya konu olan olayda kanuna uygun bir ücretli izin kullanımı bulunmadığı, anayasal bir hak olan yıllık izin hakkının kanuni düzenlemeye aykırı kullanımının işçinin dinlenme hakkının tam olarak kullanılmasını da engelleyeceği, izin formlarındaki işaretlemelerin neye göre yapıldığı belli olmadığı gibi ne zaman yapıldığının da tespit edilemediği sadece işaretleme ile yapılan tespitin yıllık izin olarak işçinin aleyhine değerlendirilmesi de mümkün olmadığı, bu yönüyle direnme kararının yerinde olduğu görüşü ileri sürülmüşse de bu görüşün Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmediği-
Dört kardeşin annelerinden kendilerine miras kalan bağımsız bölümü kardeşleri davalıya temlik etme konusunda anlaştıkları, davacının da bu anlaşmaya istinaden payını devretme konusunda davalıya vekâlet verdiği, bu vekâletin satış amaçlı verilmediğinin dosya kapsamından anlaşıldığı- Vekâlete istinaden satışın yapıldığı resmî senetle diğer kardeşler de kendi paylarını devretmiş olup "vekâletin satış amacıyla verilmediği davacıya ait payın davalıya temliki amacıyla verildiği ve hiç bir kardeşin bedel almadığının" doğrulandığı ve bu durumda vekilin vekâlet veren davacının talimatı dışına çıkarak iradesi dışında işlem yaptığının söylenemeyeceği-  "Davacı tarafından satış yapma yönünde verilen vekâletnameye uygun olarak tapu müdürlüğünde de satışa ilişkin resmî senet düzenlendiği, bedelsiz devir yönünde davacının bir iradesinin bulunmadığı" görüşünün HGK çoğunluğunca benimsenmediği-
Davacıların murisi tarafından vekil kılınanın, dava konusu taşınmazlarda davacılara ait payları eşi olan diğer davalıya satış yoluyla temlik ettiği somut olayda; davacı tarafça vekâletnamelerin hile ile alındığı ve vekâlet görevinin kötüye kullanıldığının ispat edilemediği- Vekâletnamelerin farklı amaç ve söylemlerle alınarak kötüye kullanıldığının davacılar tarafından ispat edilmesi gerektiği- Devrin kardeşler arasında yapıldığı ve mahkemece tespit edilen bedel gözetildiğinde, vekâlet görevinin kötüye kullanıldığını gösterecek bir farkın da bulunmadığı- Tanık beyanlarının vekâlet görevinin kötüye kullanıldığı olgusunun kabulü için yeterli olmadığı-
Dava konusu taşınmazın davalının murisi adına beyanlar hanesine muhdesatı ile yazımının sağlandığı satış protokolünde zikredilmiş olup, davalının yanı sıra protokolün diğer tarafı olan dava dışı kişilerin de mirasçılar olmasına karşın, icra hukuk mahkemelerindeki tahliye davalarının sadece davalı tarafından açıldığı, elbirliği ile mülkiyet ilişkisi göz önünde bulundurulduğunda tahliye davası açısından bu kişiler arasında zorunlu dava arkadaşlığı bulunduğu ve bu nedenle menfi tespit davasında "tahliyenin durdurulmasına" yönelik ihtiyati tedbir talebinin kabulü gerektiği-
Hata, hile ve vekalet görevinin kötüye kullanılması hukuki nedenlerine dayalı tapu iptali ve tescil isteğine ilişkin davada, ispat yükünün davacı üzerinde olduğu- Davacının taşınmazdaki 1/2 payının yarısının (=1/4'ü) satılması için davalıya vekaletname verdiği, diğer yandan vekil kıldığı kişi ile dava konusu taşınmazda inşaat yapımı hususunda anlaştıkları, vekaletnamedeki yetkiye uygun olarak davacının 1/2 payını üzerinde bırakarak 1/4 payı temlik ettiği gözetildiğinde vekalet görevinin kötüye kullanıldığı iddiasının ispatlandığının söylenebilmesine imkanı olmadığı-
HMK m. 341/2 kapsamında direnme kararının verildiği tarihi itibariyle miktar yönünden kesinlik sınırının tespitinde, (m. 362/1-a'nın değil) m. 341/2'nin uygulanması gerektiği- Kanun yolu başvuru sınırlarının, başvurulacak kanun yoluna göre değil kararı veren mahkemeye göre belirlenmesi gerektiği- "Yargıtay bozma ilâmına karşı gerek bölge adliye mahkemesi gerekse kanuni düzenleme gereği ilk derece mahkemesinin vereceği uyma veya direnme direnme kararlarına karşı gidilebilecek olan kanun yolunun temyiz kanun yolu olduğu, kanun yolu başvuru sınırlarının kanun yoluna göre değil de kararı veren mahkemeye göre tespit edilmesi gerektiği görüşünün hukuki bir dayanağının bulunmadığı" şeklindeki görüşünün HGK çoğunluğu tarafından benimsenmediği- Davalının evlilik birliği devam ederken satın almış olduğu arabanın nereden elde edilen parayla alındığı hakkında mahkemeye bilgi sunmadığı, davacının düğünde takılan ziynetlerin varlığını ve davalı tarafından alınarak bozdurulduğunu şüpheye yer vermeyecek şekilde kanıtladığı anlaşıldığından,  ziynet alacağı istemine ilişkin eldeki davanın kabulüne karar verilmesi gerektirdiği-
Muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil, tescil mümkün olmazsa tenkis istemi- Davalı, "murisin evin yapımı sırasında adına kayıtlı olan otobüsü satmak suretiyle katkıda bulunduğunu, murisin evin yapımı nedeniyle çevreden de aldığı borçları ödeyememesi nedeniyle çekişme konusu taşınmazı satmak istediği, bunun üzerine çekişme konusu taşınmazın satışının bedel karşılığı yapıldığını" savunmuşsa da, bahse konu otobüs satımı ve paranın ödendiğine yönelik herhangi bir somut delil bulunmadığı gibi, davalının devrettiği bir aracın da bulunmadığı, dinlenen tanık beyanlarından; "mirasbırakan ile tarafların yurt dışında çalıştığı, murisin herhangi bir borcu bulunmayıp ekonomik durumunun yerinde ve beldede ev yaptırabilecek nitelikte olduğu"  anlaşıldığından, yapılan temlikin mirasçılardan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğu- Murisin paraya ihtiyacı olduğu yönündeki savunmanın, taşınmazın gerçek değeri ile satış bedeli olduğu iddia edilen miktar arasında oluşan fahiş fark karşısında hayatın olağan akışına aykırı olduğu gibi inandırıcı da bulunmadığı, davalının ev yapımı sırasında maddi destekte bulunduğunun kabulü hâlinde dahi bu hususun tek başına taşınmazın mülkiyetinin devrini gerektirir nitelikte kabul edilemeyeceği ve bölge adliye mahkemesince, yargılama sürecinde ileri sürülmeyen emek ve hizmet olgusunun semen olarak kabul edilmesi gerektiği yönündeki direnme gerekçesinin de hatalı olduğu-
Evliliğin boşanma sebebiyle sona erdirilmesine karar verilmesi hâlinde, mal rejiminin dava tarihinden geçerli olmak üzere sona ereceği- Somut olayda; taraflar arasında yurtdışında açılan boşanma dava tarihi tespit edilerek sonucuna göre tasfiyeye dahil edilecek malla belirlenerek tasfiyenin gerçekleştirilmesinin gerektiği-
"Karbon nüshanın imza incelemesine esas alınamayacağını" kabul eden bozma kararına uyulmakla, artık sunulan suret belgenin davacı tarafça verilmiş bir belge olarak kabul edilemeyeceği, davacı lehine usuli kazanılmış hak doğduğundan bu belgeye hukuken değer atfedilmesinin artık mümkün olmayacağı- Somut olayda bir delil başlangıcının var olup olmadığı (karbon nüsha makbuzun delil başlangıcı olup olmadığı) tartışması artık yapılamayacağından, ispatla ilgili istinai hâlin varlığından da bahsedilemeyeceği- Ödeme savunmasında bulunan davalının karşı tarafa yemin teklif etmek istediklerine ilişkin beyanı göz önünde bulundurularak davalıya yeminle savunmasını ispat imkânı tanınması gerektiği-"Uyulan bozma kararında belge aslının sunulamaması hâlinde izlenecek yolla ilgili olarak mahkemeyi bağlayacak şekilde kesin bir yol haritası çizilmediği, mahkemenin bozmaya uygun şekilde belge aslını sorduğu ve aslın sunulamaması üzerine dosyadaki delilleri tekrar değerlendirerek bir sonuca vardığı, yemin delilinin en son kullanılabilecek bir ispat yolu olduğu, karbon nüshanın herhangi bir fotokopi belgeden farklılık arz ettiği, bu özelliğinden dolayı somut olayda bilirkişinin 'karbon nüsha üzerinde imza incelemesi yapılabileceğini' belirterek 'imzanın davacıya ait olduğunu' tespit edebildiği, dosya kapsamı itibarıyla bu tespitin aksinin ortaya konulamadığı gözetildiğinde mahkemenin belgenin davacı elinden çıktığını kabul ederek nüshaya delil başlangıcı olma vasfı atfetmesinin ve tanıkla ispatı mümkün görmesinin haklı ve yerinde olduğu" şeklindeki görüşün HGK çoğunluğunca benimsenmediği-
Bedel hanesinde rakamla "272.000", yazı ile "İKİYÜZONİKİ (İŞARET) TL" yazılı bonoya dayalı olarak 2010 yılı itibariyle icra takibine girişildiği, menfi tespit davasının yaklaşık altı yıl sonra açıldığı uyuşmazlıkta, TTK. hükümleri uyarınca, "senedin yazı ile yazılı bulunan miktar için geçerli sayılması" gerekse de, hayatın olağan akışı ilkesi gereğince, taraflar arasındaki ticari ilişkinin kapsamı ve haciz işlemlerinin geldiği aşama dikkate alındığında 212,00 TL için bono düzenlenmesinin mümkün görülmediği ve aksinin kabulünün aşırı şekilcilik olup ağır hak kaybına neden olacağı-