Taraflar arasında düzenlenen finansal kiralama sözleşmesi gereğince taşınmaz tapu kaydının davalıya devrinin finansal kiralama borcunun teminatı olarak yapıldığını, inanç sözleşmesi olarak adlandırılan bu tür sözleşmelerin geçerli olduğu, sözleşme gereğince yapılan mülkiyetin naklinin nedeninin karşı tarafın alacak hakkı teşkil etmekte olup, bu sözleşme ile devri gerçekleştirilen taşınmazın iadesi hakkının sözleşme gereğince borçlanılan miktarın alacaklılara tamamen ödenmesi halinde kullanılabileceği, davacının, finansal kiralama sözleşmesinden kaynaklanan tüm borcunu ödemeden, davalıdan taşınmazın iadesini talep edemeyeceği-
Kaynağını Borçlar Kanunu'nun 22. maddesinden alan taşınmaz satış vaadi sözleşmelerinin, Borçlar Kanunu'nun 213. maddesi ile Türk Medeni Kanunu'nun 706 ve Noterlik Kanunu'nun 89. madde hükümleri uyarınca önünde resen düzenlenmesi gereken, bir başka anlatımla geçerliği resmi şekil şartına bağlı kılınan, tam iki tarafa borç yükleyen ve kişisel hak sağlayan sözleşme türü olduğu-
Görünürdeki sözleşme tarafların gerçek iradelerine uymadığından, gizli bağış sözleşmeside Medeni Kanunun 706, Borçlar Kanunun 213 ve Tapu Kanunun 26. maddelerinde öngörülen şekil koşullarından yoksun bulunduğundan, saklı pay sahibi olsun veya olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçıların dava açarak resmi sözleşmenin muvazaa nedeni ile geçersizliğinin tespitini ve buna dayanılarak oluşturulan tapu kaydının iptalini isteyebilecekleri-
Saklı pay  sahibi olsun veya olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılar dava açarak resmi sözleşmenin muvazaa nedeni ile geçersizliğinin tesbitini ve buna dayanılarak oluşturulan tapu kaydının iptalini herhangi  bir zamanaşımı  veya  hak düşürücü  süreye  tabi  olmaksızın  her zaman isteyebileceği-Muris muvaazasında sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaşabilmek için davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün diğer bir söyleyişle miras bırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılması gerektiği ve bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanılması yanında birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesinde büyük önem taşıdığı, bunun içinde ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, miras bırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alış gücünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile miras bırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluğun olması gerektiği-
Muvazaa iddiasıyla açılan davada; sadece satış bedelinin düşük gösterilmesi danışıklığın varlığını göstermeyeceğinden, davanın reddi gerekeceği-
Harici satıştan dolayı kayıt maliklerini sorumlu tutmanın ve onlar aleyhine 1940 tarih, 2/77 sayılı İ.B.K. gereğince harici satış bedelinden kaynaklanan hapis hakkının kullanılmasına da yasal olanak olmadığı-
Muris muvazaası davalarında; uyuşmazlığın çözümü için miras bırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılması şart olup, bunun için de ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, miras bırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alış gücünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile miras bırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılması gerekeceği-
Davacının mevcut binasını restore ederek iyileştirmesinin, Türk Medeni Kanunu’nun 718. maddesine istisna getiren aynı kanunun 724. maddesinde belirtilen kendi malzemesi ile başkasının arazisi üzerinde iyiniyetle inşaat yapmak anlamına gelmeyeceği, dolayısı ile burada, davacının Türk Medeni Kanunu’nun 724. maddesinden yararlanması olanağının olmayacağı–
Muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı davaların, miras bırakanın muvazaalı sözleşme ile taşınmazı devrettiği kişi, onun mirasçısı ya da muvazaalı yahut kötü niyetli olarak taşınmazı devralan ikinci ve sonraki el durumunda bulunan kişiler aleyhine açılabileceği, bu davaları açmak için hak düşürücü süre olmayıp, ancak murisin ölümü halinde açılabileceği-