Davacı, duran takibin devamını amaçladığından ve davasını genel mahkemelerde açtığından kullandığı ifadeye bakılmaksızın açtığı davanın itirazın iptali davası olarak nitelendirilmesi gerekeceği-
Mahkemece, alacaklının takibinde haksız ve kötüniyetli olup olmadığı üzerinde durulup tartışıldıktan sonra tazminat hususunda olumlu veya olumsuz bir karar verilmesi gerekirken, bu konuda bir hüküm kurulmamasının, hükmün bozulmasını gerektireceği-
Davacı vekili iflasın açılmasından önce takibe geçmiş, itiraz üzerine ise iflas tarihinden sonra itirazın iptali davası açmıştır. İflasın açılmasından sonra, açılan itirazın iptali davasının iflas idaresine karşı açılan sıra cetveline itiraz (kayıt kabul) davası olarak görülmesi Anayasanın 141/son maddesinde belirtilen usul ekonomisi ilkesine uygun düşer. Bu durumda mahkemece davacının iflas tarihi itibarıyla davalılardan olan alacağının saptanıp, bu miktarın iflas masasına kayıt ve kabulüne karar vermesi gerekirken, yazılı şekilde karar vermesinin, bozulmasına neden olacağı-
Gecikme faizinin, tarafların serbest iradeleri ile belirlenebileceği; tarafların basiretli tüccar gibi davranmak zorunda oldukları-
Davalı işçi istifası, genel müdürlükçe kabul edilmeden veya ihbar öneli kullanmadan istifa dilekçesi vererek hemen işyerinden ayrıldığından, davacı bankanın, davalı işçiden ihbar tazminatı isteme hakkı olacağı ve mahkemece davacının ihbar tazminatı alacağı belirlenerek hüküm altına alınması gerekeceği-
30.11.2002 tarihli serbest meslek makbuzundan daha sonra, 25.12.2002 günlü para alma makbuzunun düzenlenmiş olması karşısında, davacı tarafından ileri sürüldüğü şekilde, davalının ücret ödemelerini aylık olarak düzenli bir şekilde yapmadığı, davacıya para makbuzu karşılığı ödeme yapıldığı, davacının anılan serbest meslek makbuzunu yıllık ücret alacağına karşılık olarak ve mevzuat öyle gerektirdiği için düzenlediği; bu makbuzun düzenlenmiş olmasının, makbuza konu alacağın bütünüyle ödendiğinin kabulüne yeterli bulunmadığı; dolayısıyla, davalının dava konusu döneme ait ücret borcunun tamamını ödediğine ilişkin savunmasını kanıtlamakla yükümlü bulunduğu ve bu savunmasını tıpkı 25.12.2002 günlü para makbuzu gibi, aynı nitelikteki başka para alma makbuzlarını sunmak suretiyle kanıtlaması gerektiğinin kabul edilmesi gerekeceği-
Davacı ve davalı kardeşlerin sözleşmede görünen durumun aksine, kendi aralarında yaptıkları taraflardan birinin “kefil” diğerinin “borçlu” olduğu yönündeki akit; değerce senetle ispat sınırında kalmakta birlikte, taraflar arasındaki kardeşlik bağı nedeniyle HMK. nun 203.maddesi 1. bendi uyarınca tanıkla ispatı olanaklıdır. Bankaya karşı düzenlenen kredi sözleşmesinin taraflar arasındaki örtülü ilişkinin tersine düzenlenmiş olması, ileri sürülen bu örtülü ilişkinin tanıkla kanıtlanmasına engel teşkil etmeyeceği-
Uyuşmazlık alım satım sözleşmesinden kaynaklanmaktadır. Taraflar arasındaki sözleşmenin Adapazarı’nda yapıldığı ve Adapazarı’nın yetkili kılındığı sözleşme hükümlerinden anlaşılmaktadır. İİK.’ nun 50/1, HMK.’ nun 10 ve 17. maddeleri hükümlerine göre Adapazarı icra daireleri ve mahkemelerinin yetkili olduğu gözetilmeden hüküm oluşturulmasının, hükmün bozulmasını gerektireceği-
Davalı banka, icra takibine itirazında hem icra dairesinin yetkisine hem de borcun esasına itiraz etmiş, davaya cevap dilekçesinde de mahkemenin ve icra dairesinin yetkisiz olduğunu savunmuş olduğundan, mahkemenin, icra mahkemesinin yerine geçerek öncelikle icra dairesinin yetkisine itirazı çözümlemesi ve takibin yetkili icra dairesinde yapılmadığını belirtmesi halinde davaya buna bağlı olarak reddetmesi gerekeceği-
Dava konusu alacak ile ilgili olarak ilk kez yapılan takibe itiraz üzerine açılan itirazın iptali davası mahkeme kararı ile “açılmamış sayılmasına” karar verilmiş, davacı alacaklı bundan sonra ikinci kez yaptığı ilamsız icra takibine itiraz üzerine de bu itirazın iptali davasını açmıştır. İkinci takibin yapıldığı tarihte ilk takibin işlemden kaldırıldığı ve dolayısıyla o tarihte geçerli başka bir takibin bulunmadığı gözetilerek işin esası incelenip karar verilmesi gerekirken, aksine düşüncelerle “davanın reddine” karar verilmesinin, hükmün bozulmasını gerektireceği-