Dava yasal erginlik yaşına ulaşmamış küçüğün haksız eylemi nedeniyle TMK'nın 369. maddesi uyarınca ev başkanının da sorumluluğuna dayalı maddi ve manevi tazminat istemine ilişkin olup, bu davalara bakmakla aile mahkemesi görevli ise de, dava suç ve dava tarihi itibariyle ergin olan davalı M.. M.. ve Ö.. K..a karşı açılan dava ile birlikte açıldığından uyuşmazlığın, asliye hukuk mahkemesinde görülüp sonuçlandırılması gerektiği-
İş ilişkisinde işletmesel kararla iş sözleşmesini fesheden işverenin, Medeni Kanun’un 2. maddesi uyarınca, yönetim yetkisi kapsamındaki bu hakkını kullanırken, keyfi davranmaması, işletmesel kararı alırken dürüst olması; keyfilik denetiminde işverenin keyfi davrandığını işçi iddia ettiğinden, genel ispat kuralı gereği, işçinin bu durumu kanıtlaması gerekeceği-
Önalım davasına konu payın ilişkin bulunduğu taşınmaz, paydaşlarca özel olarak kendi aralarında taksim edilip her bir paydaş belirli bir kısmı kullanırken bunlardan biri kendisinin kullandığı yeri ve bu yere tekabül eden payı bir üçüncü şahsa satarsa, satıcı zamanında bu yerde hak iddia etmeyen davacının tapuda yapılan satış nedeniyle önalım hakkını kullanması TMK'nın 2. maddesinde yer alan dürüst davranma kuralı ile bağdaşmayacağı-
İlamın bölünerek ayrı ayrı takip yapılamayacağı- Kötü niyetli olmasa da alacaklı tarafından yasadaki boşluktan yararlanılarak bir ilamdaki haklar için ayrı ayrı takip başlatılarak sebepsiz zenginleşmeye neden olacak şekilde fazladan avukatlık ücreti talep edilmesinin ve böylece davacı borçlu tarafa fazladan yargılama giderleri yükletilmesini sağlamanın hakkın kötüye kullanılması olduğu; hukuk düzeni tarafından korunamayacağı- İlam bir bütün olmasına rağmen yasal ve geçerli bir neden olmaksızın alacaklının iki ayrı takip başlatmak suretiyle yasalarda belirtilen dürüstlük kuralına uymadığı-
Muvazaa iddiasına dayalı davaların da zamanaşımına ve hak düşürücü süreye tabi olmaksızın her zaman açılabileceğinin yargısal uygulamayla benimsendiği- Muvazaa sebebinin ortadan kalkması veya bir zamanın geçmesi ile görünürdeki işlemin geçerli hale gelemeyeceği kuşkusuz bulunduğundan, muvazaa iddiasının her zaman ileri sürülebileceği- İşlemin muvazaalı olduğunun belirlenmesi durumunda işlemin tarafı olan kişiler iyi niyetli olamayacakları gibi süre geçmekle de iyi niyetli kabul edilmelerine yasal olanak bulunmadığı- “Direnmeye konu 929 No.lu parselin geldisi olan 243 No.lu parseldeki payın 1968 yılında miras bırakan tarafından oğluna satış suretiyle temlik edildiği, taşınmazın ifraz edilerek anılan davalı tarafından miras bırakanın diğer oğlu davalıya satıldığı ve sonrasında da ifrazlar görerek başka parseller oluştuğu, dava konusu 929 No.lu parselin anılan davalı adına tescil edildiği, diğer parsellerin de dava dışı kişiler adına kaydedildiği; bir kısım davacıların babası tarafından sağlıklarında dava açılmadığı, bu nedenle temliklerden uzun yıllar sonra dava açılmasının hakkın kötüye kullanılması niteliğinde olduğu” görüşünün kurul çoğunluğu tarafından benimsenmediği-
Hukukumuzda, diğer çağdaş hukuk sistemlerinde olduğu gibi kişilerin huzur ve güven içerisinde alış verişte bulunmaları satın aldıkları şeylerin ilerde kendilerinden alınabileceği endişelerini taşımamaları, dolayısıyla toplum düzenini sağlamak düşüncesiyle, alan kişinin iyi niyetinin korunması ilkesi kabul edildiği, bu amaçla 4721 s. Türk Medeni Kanununun (TMK) 2.maddesinin genel hükmü yanında menkul mallarda 988 ve 989., tapulu taşınmazların el değiştirmesinde ise 1023. maddesinin özel hükümleri getirildiği , öte yandan, bir devleti oluşturan unsurlardan biri insan unsuru ise bunun kadar önemli olan ötekisi toprak olduğu, işte bu nedenle Devlet, nüfus sicilleri gibi tapu sicillerinin de tutulmasını üstlendiği, bunların aleniliğini (herkese açık olmasını) sağladığı, iyi ve doğru tutulmamasından doğan sorumluluğu kabul ettiği, değinilen tüm bu sebeplerin doğal sonucu olarak da tapuya itimat edip, taşınmaz mal edinen kişinin iyi niyetini korumak zorunluluğunu duyduğu, belirtilen ilke TMK'nin 1023. maddesinde aynen "tapu kütüğündeki sicile iyi niyetle dayanarak mülkiyet veya başka bir ayni hak kazanan 3. kişinin bu kazanımı korunur" şeklinde yer aldığı, aynı ilke tamamlayıcı madde niteliğindeki 1024.maddenin 1. fıkrasına göre "bir ayni hak yolsuz olarak tescil edilmiş ise bunu bilen veya bilmesi gereken 3. kişi bu tescile dayanamaz" biçiminde öngörüldüğü-
Kural olarak asıl-işveren - alt işveren ilişkisinde işçinin alt işverene ait işyerine iade edilmesine karar verilmesi gerekeceği- İşçinin tekrar işe başlatılmamış olmasından doğan mali haklardan ise alt işveren ve asıl işverenin birlikte sorumlu olacağı- Muvaazalı asıl işveren - alt işveren ilişkisinde işçinin asıl işveren gibi görünen kişinin işyerine iadesine karar verilmesi gerekeceği-
Yolsuz tescil hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil istemine ilişkin davada, tapulu taşınmazların intikallerinde, huzur ve güveni koruma, toplum düzenini sağlama uğruna, tapu kaydında ismi geçmeyen ama asıl malik olanın hakkı feda edildiğinden iktisapta bulunan kişinin, iyi niyetli olup olmadığının tam olarak tespitinin büyük önem taşıdığı, gerçekten bir yanda tapu sicilinin doğruluğuna inanarak iktisapta bulunduğunu ileri süren kimse diğer yanda ise kendisi için maddi, hatta bazı hallerde manevi büyük değer taşıyan ayni hakkını yitirme tehlikesi ile karşı karşıya kalan önceki malik bulunduğu, bu nedenle, yüzeysel ve şekilci bir araştırma ve yaklaşımın büyük mağduriyetlere yol açacağı, kişilerin Devlete ve adalete olan güven ve saygısını sarsacağı ve yasa koyucunun amacının ilk bakışta, şeklen iyi niyetli gözükeni değil, gerçekten iyiniyetli olan kişiyi korumak olduğu hususlarının daima göz önünde tutulması, bu yönde tüm delillerin toplanıp derinliğine irdelenmesi ve değerlendirilmesi gerektiği, nitekim bu görüşten hareketle, "kötüniyet iddiasının def'i değil itiraz olduğu, iddia ve müdafaanın genişletilmesi yasağına tabii olmaksızın her zaman ileri sürülebileceği ve mahkemece kendiliğinden (resen) nazara alınacağı” ilkeleri 8.11.1991 tarihli l990/4 esas l99l/3 sayılı İçtdihadı Birleştirme Kararında kabul edildiği, bilimsel görüşlerinde aynı doğrultuda geliştiği-
Davaya konu taşınmazın resmi akitte çıplak mülkiyet değerinin çok düşük gösterildiği, ne var ki; alınan bilirkişi raporlarında ise çekişmeli taşınmazın değerinin çok daha yüksek olduğu saptanmış olup, çok düşük, sembolik bedelle yapılan satışta malikin zararlandırıldığı kabul edildiğinden temlikin doğru ve sağlıklı olduğunun kabul edilebilmesi için, vekâletnamenin geçerli olması yanında taşınmazın gerçek ya da gerçeğe yakın bir bedelle temlik edilmesi gerektiğinden vekâlet görevinin kötüye kullanılarak davacının zarar gördüğü-