Bir taşınmazın, 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu'na göre 3. derece arkeolojik ve doğal sit alanları üzerinde birinci grup olarak tescil ve ilan edilen kültür varlığı bulunmadığı ve 3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun 14 ve 4721 sayılı TMK'’nun 713. maddesinin aradığı şartlar oluştuğu takdirde zilyetlik yoluyla kazanılabilmesi mümkündür. Dava konusu yerde bu özellikler bulunduğuna göre davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken yazılı gerekçe ile reddine karar verilmesinin hükmün bu nedenle bozulmasına sebep olacağı-
Dava dilekçesindeki ve karşı dava dilekçesindeki talepler; kadastro parsellerindeki mülkiyet durumu, özellikle imar uygulaması ile ilgili evrak ve ekleri ile teknik bilirkişi raporu dikkate alındığında; çekişmeli yerde 3194 sayılı Yasa’nın 18. maddesi uygulamasının yapıldığı, bu konuda 29.02.1996 tarih ve 326 nolu Encümen Kararı alındığı, idari işlemin dayanağı olan encümen kararının halen ayakta bulunduğu, iptali için idari yargıya talepte bulunulduğuna ilişkin dosya içerisinde herhangi bir belge mevcut olmadığı anlaşıldığından, iş bu davanın idari yargının görev alanı dahilinde olduğu-
Nizalı taşınmazın tescil harici taşlık olarak bırakıldığı dosyadaki bilgi ve belgelerden anlaşıldığına göre öncelikle imar ve ihyanın tamamlanması, ondan sonra 3402 sayılı Kanunun 14 ve 4721 sayılı TMK.’ nun 713/1. maddesindeki koşulların davacı lehine gerçekleşmesi gerekir. Öte yandan Dairenin yerleşmiş inançlarına göre salt ev yapmak zilyetlikle iktisap için yeterli değildir. Tüm bunlardan ayrı olarak davacı bitişikteki nizasız parseli çaplı olarak satın almıştır. Dolayısıyla davacının dava konusu yerdeki zilyetliğinin en erken çap iktisap ettiği tarihinden itibaren başlaması gerekir. Bu durumda dava tarihi itibariyle 20 yıllık sürenin dolduğundan bahsetmek mümkün değildir. Hal böyle olunca, açıklanan ilke ve kurallar nedeniyle davacının davasının reddine karar vermek gerekirken kabul kararı verilmesinin hükmün bu nedenle bozulmasına sebep olacağı-
TMK’’nun 713/2.maddesi gereği mülkiyetin kazanılabilmesi için gereken koşullardan biri de dava konusu taşınmazın ölüm veya tutanağın kesinleştiği tarihten dava tarihine kadar 20 yılı aşkın malik sıfatı ile zilyet olunduğunun ispatlanmasıdır. Mahkemece bu konuda bütün tereddütleri ortadan kaldıran yeterli araştırma ve soruşturma yapılmadan yazılı şekilde hüküm oluşturulmasının hükmün bu nedenle bozulmasına sebep olacağı-
Kesin hüküm halini almamış ve kazanılmış hakkın istisnasını teşkil eden bu durum karşısında, 5841 Sayılı Yasa hükümleri uyarınca davanın reddine ilişkin olarak kurulan hükmün, verildiği tarih itibarıyla doğru olduğu düşünülse ve ayrıca Anayasa’nın 153. maddesine göre iptal kararı geriye yürümezse de 10.03.1969 gün ve 1/3 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararının gerekçe bölümünde belirtildiği üzere iptalin, kesin şekilde çözüme bağlanmış uyuşmazlıkları etkilemeyeceği ve henüz anlaşmazlık hali devam ediyorsa iptalin kapsamına gireceği, öyleyse, davanın hak düşürücü süreden reddine ilişkin kurulan kararın Anayasa Mahkemesi’nin anılan iptal kararından sonra doğru olduğunun söylenemeyeceği, zira, kamu düzeninin söz konusu olduğu bütün hallerin istisnanın kapsamına gireceği-
Dava konusu taşınmaz kadastro çalışmaları sırasında 06.03.1967 tarih 580 sıra numaralı tapu kaydına dayanarak Hazine adına tespit görmüştür. Hazine tapusu olan tapunun geldisi 03.01.1961 tarih 138 sıra numaralı tapudur. Dayanak olan tapu Çiftçiyi Topraklandırma Yasasının uygulanması sonucu oluşmuştur. Taşınmazın başında yapılan keşifte dinlenen mahalli bilirkişi beyanından ve bu keşifte hazır bulunan teknik bilirkişinin raporundan 03.01.1961 tarihli dayanak tapu kaydının taşınmaza uyduğu anlaşılmıştır. Keşifte dinlenen mahalli bilirkişi ve davacı tanıklarının yaşı da dikkate alındığında dayanak tapunun oluştuğu 1961 tarihinden önce 20 yıllık zilyetlik ispatlanamadığından davanın reddine karar verilmesi gerekirken kabulüne karar verilmesinin hükmün bu nedenle bozulmasına neden olacağı-
Paylı mülkiyete tabi taşınmazda pay sahibi olan her paydaş birbirinden bağımsız olup, bunlara ait paylar yine birbirinden bağımsız olarak dava konusu olabilmektedir. Paylı mülkiyette paydaşlar arasında mecburi dava arkadaşlığı olmayıp, ihtiyari dava arkadaşlığı söz konusudur. TMK.’ nun 28. maddesi uyarınca, kişilik ölümle son bulur. Bundan ayrı, 04.05.1978 tarih ve 4/5 sayılı YİBK. gereğince ölü kişiye karşı dava açılamadığı gibi, ölü kişi adına iptal ve tescile de karar verilemez. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 09.07.1975 tarih ve 601/927 sayılı kararı da bu yöndedir. Davacı, murisin tüm mirasçıları adına iptal ve tescil istediğine göre, murisin alınacak veraset belgesinde yazılı davacı dışında kalan tüm mirasçılarının davacı yanında yer almalarının sağlanması ya da açılmış bulunan davaya karşı olurlarının alınması veya TMK.’nun 640. maddesi uyarınca terekeye temsilci atanması suretiyle ve onun huzuruyla davanın yürütülmesi, böylece taraf teşkilinin sağlanması gerekirken bu husus atlanılarak oluşturulan kararın hükmün bu nedenle bozulmasına sebep olacağı-
İncelenmekte olan bu davanın ise 3402 sayılı Kadastro Kanununun 12/3. maddesinde belirtilen 10 yıllık hak düşürücü sürenin kaçırılmasından sonra 28.10.2010 tarihinde açıldığı, anılan maddedeki 10 yıllık sürenin hak düşürücü nitelikte olup, olumsuz dava koşulu olduğu, hak düşürücü sürenin gerçekleşmesinin, işin esasının incelenmesini önleyeceği, hak düşürücü sürenin tüm def'i ve itirazlardan önce nazara alınacağı, bu nedenle; yargılama bitinceye dek hak düşürücü sürenin geçtiği taraflarca ileri sürülebileceği gibi, görevden ötürü hakim tarafından kendiliğinden de gözönünde tutulacağı, davanın reddine karar verilmesinin gerekeceği-