Davalı, davacının 60.000,00 TL zararının bulunmadığını savunmuş, zararın miktarı konusunda davacı yetkilisi beyanından başkaca hiçbir delil sunulamamış olmakla ve diğer davalı ceza dosyasında alınan ifadesinde "daha düşük miktarda  parayı kasadan aldığını" kabul etmekle, sırf davacı iddiasından hareketle davalının kabulünden fazlasına hükmedilmesinin hatalı olduğu-
Gerek tanık beyanları gerekse tüm dosya kapsam dikkate alındığında, binanın yapımına davacı ile murisin birlikte yaşadıkları dönemde (murisin sağlığında) başlanıldığı sabit olup muhdesatın tamamının (tek başına) davacı tarafından yapıldığının tereddüde mahal bırakılmayacak şekilde ispatlanmış olmadığı, bu durumda mahkemece ispatlanamayan davanın reddine karar verilmesi gerekeceği-
Mahkemece davacı kadına kusur olarak yüklenilen birlik görevlerini yerine getirmediği vakıasına ise davalı erkek tarafından dilekçelerin karşılıklı verilmesi aşamasında dayanılmadığından bu vakıanın kadına kusur olarak yüklenilmesinin mümkün olmadığı- Boşanma sonucu eşin, en azından diğerinin maddi desteğini yitirdiği, o halde, tarafların sosyal ve ekonomik durumları, tazminata esas olan fiilin ağırlığı ile hakkaniyet kuralları dikkate alınarak kadın yararına maddi ve manevi tazminata karar vermek gerekeceği- Dinlenen davacı kadın tanıklarının kadına, düğünde her biri 40 gr. 6 adet bilezik ile tam, yarım ve çeyrek altın, hediyelik altın kolye ve küpe takıldığını bu altınların bileziğe dönüştürüldüğünü, kadının 11 adet bileziğinin olduğunu, bu bileziklerin erkeğin iş yeri açması için bozdurulduğunu beyan ettikleri, davalı erkek tanığının da altınların bir kısmının erkek tarafından bozdurulduğunu belirttiği, tanık beyanları ile davacı kadının, dava konusu ziynet eşyalarının erkek tarafından elinden alındığını ispat ettiği, o halde kadının ziynet alacağı davasının sadece varlığı ispatlanan 5 adet 40'ar gram bileziğin bilirkişi tarafından hesaplanan 17.700 TL'lik miktar yönünden kabulü gerekeceği-
Daha önce açılan boşanma davasında verilen ret kararının kesinleşmesinden itibaren başlayacak üç yıllık süre zarfında ortak hayatın yeniden kurulmadığını ispat yükünün taraflardan hangisine ait olduğu? Daha önce açtığı boşanma davası ispatlayamadığı gerekçesiyle reddedilerek kesinleşen ve kesinleşme tarihinden üç yıldan sonra eldeki davayı açan davacı, ön inceleme duruşmasında "davaya ilişkin bildireceğim delilim yoktur" demek suretiyle kanunda öngörülen üç yıllık süre içerisinde ortak hayatın kurulması amacıyla bir araya gelinmediği hususunda herhangi bir ispat vasıtası sunmayacağını ortaya koymuş, davalı kadın ise davaya cevap vermediği gibi duruşmalara da katılmamış olduğundan, HMK. mad. 128 gereğince dava dilekçesinde ileri sürülen vakıaların tamamını inkâr etmekle yetinmiş olup eldeki dava res'en araştırma ilkesinin uygulandığı bir dava da olmadığından, mahkemece, üç yıllık süre koşulu oluşmasına rağmen davacı kocanın delil bildirmemesi nedeniyle "bu sürede tarafların bir araya gelmediklerini" ispatlayamadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmesini isabetli olduğu- "Olayın özelliği itibariyle ispat külfetinin davalıda olduğu, menfi bir olgunun ispatının davacıya düşmeyeceği, kanunun amacına uygun yorum yapılması gerektiği, TMK'nın 166/4. maddesinde dayalı olarak açılan davalarda bir karinenin varlığının söz konusu olduğu, daha önce açılan boşanma davasının tarafların ayrı yaşadığına dair bir karine olduğu ve HMK. mad. 190/2 uyarınca karinenin aksinin davalı tarafça ispat edilmesi gerektiği, yine tarafların yerleşim yeri adreslerinin ayrı olmasının ve davacının başka biriyle olan birlikteliğinden bir çocuğun dünyaya gelmesinin tarafların ayrı yaşadığını gösterdiği, bu durumda ispat yükünün yer değiştirdiği, sonuç olarak bozma kararının yerinde olduğu" şeklindeki görüşlerin HGK çoğunluğunca benimsenmediği-
Muvazaa iddiasına dayalı davalarda mirasbırakanın kastının açık bir şekilde saptanması gerektiği- Temlikin mirasçılardan mal kaçırma amaçlı olduğunu ispat külfetinin davacı tarafa ait olduğu-
Muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı miras payı oranında tapu iptali ve tescil olmazsa tenkis isteğine ilişkin davada, davacı taraf tanık bildirmemiş, dinlenen davalı tanıkları da davacının lehine olabilecek, başka bir ifade ile davacının iddiasını kanıtlar mahiyette beyanda bulunmamış olduğundan, miras bırakan tarafından yapılan temlikin mal kaçırma amaçlı olduğu iddiasının kanıtlandığının söylenemeyeceği-
Dinlenen davacı tanıklarının yapılan temlikin mirasçılardan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğunu doğrular net beyanlarının bulunmadığı, hatta davacı tanıklarından birinin "murisin sağlığında davalıyı korumak amacıyla çekişmeli taşınmazı davalıya vermek istediğini söylediğini" beyan ettiği, öte yandan davalı tanıklarının mirasbırakanın, davacılardan oğlunun çocuklarının eğitim masraflarını karşılayabilmek amacıyla çekişmeli taşınmazı bedel karşılığı davalıya sattığını belirttikleri, davalı tanığı olarak dinlenen tarafların kardeşinin de aynı yönde beyanda bulunduğu anlaşıldığı ve mirasbırakanın terekesinde 3 parça daha farklı vasıflarda taşınmazın bulunduğu, mal kaçırma kastı ile hareket etseydi terekesindeki diğer taşınmazları da devredebileceği anlaşıldığından, mirasbırakanın gerçek irade ve amacının diğer mirasçılarından mal kaçırma olmadığı, davacıların temlikin muvazaalı yapıldığı iddiasını kanıtlayamadıkları-
Miras bırakanın neredeyse mal varlığının tamamına yakınını diğer mirasçılardan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olarak temlik ettiği saptanarak davanın kabul edilmiş olmasında bir isabetsizlik bulunmadığı- Muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı davalarda dava değeri taşınmazın tümünün değeri üzerinden davayı açan mirasçı ya da mirasçıların miras payına isabet eden değer olduğu-
Bilindiği üzere, uygulamada ve öğretide "muris muvazaası" olarak tanımlanan muvazaanın, niteliği itibariyle "nisbi (mevsuf-vasıflı) muvazaa türü" olduğu- Söz konusu muvazaada miras bırakanın gerçekten sözleşme yapmak ve tapulu taşınmazını devretmek istemekte olduğu; ancak mirasçısını miras hakkından yoksun bırakmak için esas amacını gizleyerek, gerçekte bağışlamak istediği tapulu taşınmazını, tapuda yaptığı resmi sözleşmede iradesini satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi doğrultusunda açıklamak suretiyle devretmekte olduğu- Bu durumda, yerleşmiş Yargıtay içtihatlarında ve 1.4.1974 tarihli 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında açıklandığı üzere görünürdeki sözleşme tarafların gerçek iradelerine uymadığından, gizli bağış sözleşmesi de Türk Medeni Kanunu'nun (TMK) 706., Türk Borçlar Kanunu'nun (TBK) 237., (Borçlar Kanunu'nun (BK) 213.) ve Tapu Kanunu'nun 26. maddelerinde öngörülen şekil koşullarından yoksun bulunduğundan, saklı pay sahibi olsun veya olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçıların dava açarak "resmi sözleşmenin muvazaa nedeni ile geçersizliğinin tespitini ve buna dayanılarak oluşturulan tapu kaydının iptalini" isteyebilecekleri-
Uygulamada ve öğretide "muris muvazaası" olarak tanımlanan muvazaanın, niteliği itibariyle nisbi (mevsuf-vasıflı) muvazaa türü olduğu; söz konusu muvazaada miras bırakanın gerçekten sözleşme yapmak ve tapulu taşınmazını devretmek istediği, ancak mirasçısını miras hakkından yoksun bırakmak için esas amacını gizleyerek, gerçekte bağışlamak istediği tapulu taşınmazını, tapuda yaptığı resmi sözleşmede iradesini satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi doğrultusunda açıklamak suretiyle devretmekte olduğu- Bu durumda yerleşmiş Yargıtay İçtihatlarında ve 0l.04.1974 tarih 1/2 sayılı İ.ları Birleştirme Kararında açıklandığı üzere görünürdeki sözleşme tarafların gerçek iradelerine uymadığından, gizli bağış sözleşmesi de Medeni Kanunun 706, Borçlar Kanununun 213 ve Tapu Kanununun 26. maddelerinde öngörülen şekil koşullarından yoksun bulunduğundan, saklı pay sahibi olsun veya olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçıların dava açarak resmi sözleşmenin muvazaa nedeni ile geçersizliğinin tespitini ve buna dayanılarak oluşturulan tapu kaydının iptalini isteyebilecekleri-