Mahkemece davacı tanık beyanlarına üstünlük tanınmış ise de; davacı tanıklarının davaya konu işlemin muvazaalı olduğuna ilişkin açık beyanları olmadığı gibi miras bırakanın davacı ile oğlu ile arasının iyi olduğunu beyan ettikleri anlaşıldığı, murisin davacı oğlundan mal kaçırmasını gerektirir bir bir durumun varlığının ispat edilemediği, davalı tarafın savunmasında murisin satıştan elde ettiği para ile ikinci eşine taşınmaz aldığı yönünde savunmada bulunduğu, davalı tarafın bu savunması dosya kapsamına giren belgeler, tapu kayıtları ve davalı tanıklarının beyanları ile uyumlu olduğu, dolayısıyla davacı taraf temlikin muvazaalı olduğu iddiasını kanıtlayamadığı, murisin tek temlik işlemindeki iradesinin bölünemeyeceği gibi bedeller arasındaki farkın da tek başına muvazaanın kanıtı olamayacağı- Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında; davalı tanık beyanlarının kendi içinde bile çelişkili olduğu, baba ile kızı arasında yapılan temlik işleminin mirasçılardan mal kaçırma amacıyla yapıldığı ve muvazaalı olduğunun davacı tarafça ispat edildiği, dolayısıyla direnme kararının yerinde olduğu görüşü ileri sürülmüş ise de; bu görüşün Kurul çoğunluğunca benimsenmediği-
Davanın Borçlar Kanunu madde 19 a dayalı olduğunun anlaşılmasına (davacı tarafından 05.02.2016 tarihli ıslah dilekçesi ile talebinin Borçlar Kanunu madde 19 a göre değerlendirmesi talep edilmesine rağmen, Bölge adliye Mahkemesince İİK madde 277 ve devamına göre değerlendirilmesi doğru görülmemişse de sonucu itibari ile doğru karar verilmiş olmasına), davalı A.. Y..'ın dava konusu gayrimenkulün bedelini davalı borçlu İ.. E.. e ödediğinin anlaşılmasına, davalı borçlunun durumunu bildiğini, ona yardım etmek için satın aldığını da beyan etmiş olmasına göre verilen kararda bir isabetsizlik bulunmadığı-
Taşınmazların satışlarının muvazaalı olduğuna dair davacı iddiasının ispatlanıp ispatlanamadığı noktasında toplanan davada, taşınmazların sözleşmede gösterilen devir bedelleri ile keşif ile belirlenen değerleri arasındaki fark, taşınmazların satış sözleşmelerini şirket adına imzalayan şirket müdürü ile davalının akrabalık bağı ve taşınmazların devir bedellerinin şirket kasasına girmemiş olması anılan sözleşmelerin muvazaalı olduklarına dair iddiayı ispata yeterli olmadığı- Karşı oy yazısında şirket ile yöneticileri arasındaki ilişkinin vekâlet akdi olduğu, vekilin özen borcu altına bulunduğu, davacı iddiasının şirket müdürünün temsil yetkisinin kötüye kullanım hukuksal nedenine dayalı olduğu, müdürün sözleşmenin karşı tarafıyla el ve işbirliği içerisinde davacı şirketi zararlandırıcı işlem yapıldığı iddiası bakımından davacı şirketin üçüncü kişi konumunda olduğu, bu sebeple muvazaa iddiasının her türlü delille ispatlanabileceği hususuna dikkat çekildiği-
Davacı avukatların vekil olarak görev almadıkları icra dosyasından akdi ve karşı yan vekalet ücreti talep etmelerinin kanunen mümkün olmadığı- Azleden tarafın, azlin haklı olduğunu ispatlaması gerektiği, davacı avukatların yalnızca kısmi dava açmalarının başlı başına haklı azil sebebi sayılamayacağı- Avukatlık sözleşmesinde ''davanın neticelenmesi sonucu ortaya çıkan değer'' ibaresinden, davacı avukatların, davalı müvekkili adına takip ettiği dava dosyasında dava değeri olarak belirtilen ve mahkemece hüküm altına alınan miktarın anlaşılması gerektiği, dosyada yapılan keşif sonucu belirlenen ancak dava ıslah edilmediği için mahkemece hüküm altına alınmayan meblağ üzerinden akdi vekalet ücretinin hesaplanmasının hatalı olduğu-
Davacı tarafın yargılama boyunca inanılan kişinin davalı olduğunu iddia ettiği ancak dava konusu bağımsız bölümün devri sırasında davalı tarafından kullanılan bir kredinin bulunmadığının anlaşıldığı, davacı tarafın iddiası gözetildiğinde dava konusu bağımsız bölümün davalıdan diğer davalıya devri sırasında diğer davalı tarafından kullanılan konut kredisine ilişkin ödemelerin yazılı delil başlangıcı sayılamayacağı, davacı tarafça inançlı işlemin delili niteliğinde yazılı bir belge ya da yazılı delil başlangıcı sunulmadığı halk böyleyken davacı ile ilk kayıt maliki davalı arasında dava konusu bağımsız bölümün temliki ile ilgili inançlı bir işlemin olduğunu söyleyebilme olanağının bulunmadığı-
Taraflar arasında yapılan anlaşma gereğince şirketlere ait hisselerin devredildiği; bu anlaşmaya ilişkin olarak taraflar arasında dava konusu taahhütname ile ödeme tablosunun düzenlendiği uyuşmazlıkta, anılan ödeme tablosunda yer alan "stopaj" ibaresinin, hisse devir bedelinden vergi olarak ödenmek üzere yapılacak olan kesintiyi ifade ettiği- Ödemeler üzerinden geçen süre boyunca davalıların ödemelerini ihtirazi kayıt koymaksızın kabul etmiş olması ve iradesinin sakatlandığına dair iddiasını ileri sürmemiş olmasının uğradığını iddia ettiği zararlarının tazminine engel oluşturmayacağı- Taraflara "stopaj" adı altında kesilen bedele karşılık gelen vergi ödemesinin yapılıp yapılmadığına dair bilgi ve belgeleri sunmaları için imkân tanınarak karar verilmesi gerektiği-
Davacı tarafın tanık deliline dayanmadığı, muvazaa iddiasını ispatlayan somut bir vakıa ya da delil ortaya koymadığı, dinlenilen davalı tanıklarının ise temliklerin muvazaalı olduğu yönünde beyanda bulunmadığı, aksine murisin davacıdan mal kaçırma iradesinin bulunmadığını, yapılan satış işlemlerinin gerçek satış olduğunu, bedelinin muris tarafından tahsil edildiğini, satışlarda muvazaa olmadığını, çocuksuz olan murisin sağlığında mal tasfiyesi yaparak bedeli ile hayır işleri yaptığını, tanınmış bir iş adamı olduğundan bu durumun çevresince de bilindiğini beyan ettikleri, davalı vekilince sunulan dilekçe ile banka dekont suretleri sunulduğu, bedellerin arasındaki oransızlığın tek başına muvazaanın delili olmadığı, bu durumda tüm dosya kapsamına göre ispat yükü üzerinde olan davacı tarafın temliklerin mirastan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı yapıldığı iddiasını ispatlayamadığından davanın reddine karar verilmesi gerektiği; hatalı değerlendirme ile üstelik bu konuda ispat yükü de ters çevrilmek suretiyle murisin dava konusu taşınmazları satmasını gerektirecek makul sebebi bulunduğunun, satış parasının ne şekilde ödendiğinin, davaya konu devir nedeniyle yapıldığı belirtilen ödemelerin miras bırakan tarafından ne şekilde kullanıldığının davalı tarafça ispat edilmesi gerektiğinin belirtilmesinin doğru olmadığı- Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında; bedeller arasında aşırı fark bulunduğu, dinlenen tanık beyanlarının hükme esas alınamayacağı, muvazaa iddiası ispat edildiğinden Bölge Adliye Mahkemesince verilen direnme kararının yerinde olduğu ve onanması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de; bu görüşün Kurul çoğunluğunca benimsenmediği-
Davalının babası olan murise baktığı, murisin davalının sağlık güvencesinden yararlandığı, miras bırakanın davalı tarafından tedavisinin yaptırıldığı, bu dönemde muris ve eşinin davalının yanında kaldıkları, murisin sözleşme tarihinde 68 yaşında olduğu, murisin sağlık durumunun çok iyi olmadığı ve davalının ilerde kendisine bakabileceği inancıyla hareket ettiği, murisin mal kaçırmasını gerektirecek sebebin bulunduğu yönünde herhangi bir delilin mevcut olmadığı anlaşıldığından, murisin taşınmazını sadece bir görünüş yaratmak için değil de samimi olarak bakım temini için ölünceye kadar bakma sözleşmesiyle devrettiği, sözleşmenin muris muvazaası nedeniyle geçersiz olduğundan söz edilemeyeceği- "Murisin yaşı, fiziki ve genel sağlık durumu, aile koşulları ve ilişkileri göz önüne alındığında ölünceye kadar bakma sözleşmesi yapmasını gerektirecek bir durumunun bulunmadığı, murisin mal varlığının tamamına yakın bölümünün devredilmiş olduğu, anılan sözleşme yapılmasaydı da bakım ihtiyacının karşılanacağının açık olduğu dikkate alındığında akitte bakım amacının değil mal kaçırma amacının üstün tutulması gerektiği" şeklindeki görüşün HGK çoğunluğunca benimsenmediği-
Tapuda gösterilen satış bedelleri ile taşınmazların gerçek bedelleri arasındaki oransızlığın tek başına muvazaanın delili olmadığı- Muris muvazaasına ilişkin davalarda fiili karinelerin varlığı tarafın ispat yükünü ortadan kaldırmaz ise de somut olayda olduğu gibi tanık delili dışında dayanılan başka delillerin bulunması durumunda dayanılan bu delillerin değerlendirilmesi sırasında da gözetileceği- Muris muvazaasına dayalı davada, ispat yükü üzerinde olan davacı tarafın temliklerin mirastan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı yapıldığı iddiasını ispatlayamadığından davanın reddine karar verilmesi gerekir iken, hatalı değerlendirme ile üstelik bu konuda ispat yükü de ters çevrilmek suretiyle murisin dava konusu taşınmazları satmasını gerektirecek makul sebebi bulunduğunun, satış parasının ne şekilde ödendiğinin, davalı tarafça ispat edilmesi gerektiği belirtilerek davanın kabulüne karar verilmesinin hatalı olduğu-
Davanın, TBK 19 maddesine dayalı muvazaalı tasarrufun iptali ile cebri icra yetkisi verilmesi  istemine ilişkin olduğu- İhtiyati haciz HMK'nın  406/2 maddesinde  geçici  hukuki  koruma olarak  kabul edilmiş, ihtiyati  haciz  şartları  ve etkileri ise  İİK'nın  257. maddesinde  düzenlenmiş olduğu- İhtiyati  tedbirde asıl olan  ihtiyati  tedbire  esas   olan  bir  hakkın  bulunması  ve  bir ihtiyati  tedbir sebebinin ortaya  çıkması olduğu- Davacının amacının, para alacağını tahsil etmek olduğu; ihtiyati  haczin amacının  sadece  teminat olduğu; bu nedenle  bir para alacağının  korunması için ihtiyati  tedbir yoluna değil, ihtiyati  haciz yoluna  başvurabileceği de yukarıda  belirtilen  yasal  düzenleme  gereği olduğu- Davacı her  ne  kadar dava dilekçesinde ihtiyati  tedbir istemiş ise de, davacının amacı para alacağını teminat altına almak olduğuna göre, HMK 33. maddesi ve İİK 281/2.maddesi gereğince  uygulanacak  hukuk normunun resen hakimce  tespit edilmesi ve uygulanması hakime aittir ilkesi gereğince talep  hakkında  ihtiyati  haciz  hükümlerinin  uygulanması  ve  bu hükümler çerçevesinde  talebin değerlendirilmesi gerektiği- Davanın TBK 19. maddesinden kaynaklı tasarrufun iptali davası olduğu da gözetilerek, dava konusu  taşınmaz üzerine, mahkemesince ilerde arttırılıp eksiltmek üzere belirlenecek teminat ile  ihtiyati haciz konulmasına karar  verilmesinde bir isabetsizlik bulunmadığı-