Miras bırakanın neredeyse mal varlığının tamamına yakınını diğer mirasçılardan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olarak temlik ettiği saptanarak davanın kabul edilmiş olmasında bir isabetsizlik bulunmadığı- Muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı davalarda dava değeri taşınmazın tümünün değeri üzerinden davayı açan mirasçı ya da mirasçıların miras payına isabet eden değer olduğu-
Mirasbırakan M. Sait K.’ın 203 ada 2 parsel sayılı taşınmazını 17.05.2007 ve 20.10.2009 tarihlerinde satış suretiyle oğulları olan davalılar M. ve F.’a devrettiğini, taşınmazın gerçek değerinin çok altında bir bedelle satıldığını, murisin malvarlığında bir artış olmadığını, temlikin mirastan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğunu ileri sürerek, tapu kaydının iptali ile miras payı oranında adına tescile, olmazsa tenkise-
Uygulamada ve öğretide "muris muvazaası" olarak tanımlanan muvazaanın, niteliği itibariyle nisbi (mevsuf-vasıflı) muvazaa türü olduğu; söz konusu muvazaada miras bırakanın gerçekten sözleşme yapmak ve tapulu taşınmazını devretmek istediği, ancak mirasçısını miras hakkından yoksun bırakmak için esas amacını gizleyerek, gerçekte bağışlamak istediği tapulu taşınmazını, tapuda yaptığı resmi sözleşmede iradesini satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi doğrultusunda açıklamak suretiyle devretmekte olduğu- Bu durumda yerleşmiş Yargıtay İçtihatlarında ve 0l.04.1974 tarih 1/2 sayılı İ.ları Birleştirme Kararında açıklandığı üzere görünürdeki sözleşme tarafların gerçek iradelerine uymadığından, gizli bağış sözleşmesi de Medeni Kanunun 706, Borçlar Kanununun 213 ve Tapu Kanununun 26. maddelerinde öngörülen şekil koşullarından yoksun bulunduğundan, saklı pay sahibi olsun veya olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçıların dava açarak resmi sözleşmenin muvazaa nedeni ile geçersizliğinin tespitini ve buna dayanılarak oluşturulan tapu kaydının iptalini isteyebilecekleri-
Uygulamada ve öğretide "muris muvazaası" olarak tanımlanan muvazaa, niteliği itibariyle nisbi (mevsuf-vasıflı) muvazaa türü olduğu- Söz konusu muvazaada miras bırakan gerçekten sözleşme yapmak ve tapulu taşınmazını devretmek istemekte; ancak mirasçısını miras hakkından yoksun bırakmak için esas amacını gizleyerek, gerçekte bağışlamak istediği tapulu taşınmazını, tapuda yaptığı resmi sözleşmede iradesini satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi doğrultusunda açıklamak suretiyle devretmekte olduğu- Bu durumda, yerleşmiş Yargıtay içtihatlarında ve 1.4.1974 tarihli 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında açıklandığı üzere görünürdeki sözleşme tarafların gerçek iradelerine uymadığından, gizli bağış sözleşmesi de Türk Medeni Kanunu'nun (TMK) 706., Türk Borçlar Kanunu'nun (TBK) 237. (Borçlar Kanunu'nun (BK) 213.) ve Tapu Kanunu'nun 26. maddelerinde öngörülen şekil koşullarından yoksun bulunduğundan, saklı pay sahibi olsun veya olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılar dava açarak "resmi sözleşmenin muvazaa nedeni ile geçersizliğinin tespitini ve buna dayanılarak oluşturulan tapu kaydının iptalini" isteyebilecekleri-
Dava konusu senedin düzenleme sebebi bölümünde ''malen'' ibaresi bulunduğu; her iki taraf da senedin malen düzenlenmediğini iddia edip savunduğu için somut olayda çift taraflı tâlil söz konusu olup ispat külfetinin yer değiştirmeyeceği-
Muvazaanın varlığını kabul edilebilmek için diğer mirasçılardan mal kaçırma amacıyla temlikin yapıldığının kanıtlanmasının zorunlu olduğu, temlikin mirasçıdan mal kaçırma amaçlı olduğunu ispat yükünün davacıya yüklendiği, dinlenen davacı tanıklarının yapılan temlikin mirasçılardan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğunu doğrular net beyanlarının bulunmadığı gibi, dosya kapsamındaki diğer deliller ile de, davacının temlikin mirastan mal kaçırma amacıyla yapıldığı iddiasını TMK'nun 6. ve HMK'nun 190. maddeleri uyarınca kanıtladığından bahsedilemeyeceği-
Temlikin mirasçıdan mal kaçırma amaçlı olduğunu ispat yükünün davacıya yüklendiği, Bölge Adliye Mahkemesi gerekçesinde murisin başka taşınmazları da olduğunu belirtmiş olup şayet muris mal kaçırma kastı ile hareket etseydi terekesindeki diğer taşınmazları da davalıya temlik edebileceğinin açık olduğu, kaldı ki, murisin uyuşmazlık konusu akitle üçüncü kişilere de taşınmaz satmasının murisin kredi borçlarını ödemek amacıyla temliki yaptığını destekler mahiyette olduğu, ayrıca, bedeller arasındaki farkın tek başına muvazaanın kanıtı olmadığı, dosya kapsamındaki diğer deliller ile de, davacının temlikin mirastan mal kaçırma amacıyla yapıldığı iddiasını TMK'nun 6. ve HMK'nun 190. maddeleri uyarınca kanıtladığından bahsedilemeyeceği-
Temsil olunan yetkisiz temsilcinin yaptığı sözleşmeye icazet verebileceği ve icazet verdiği takdirde de temsilcinin yapmış olduğu hukuki işlem temsil olunanı bağlayacağı, temsilcinin yaptığı inanç sözleşmesindeki koşullara uygun davranan ve sonraki hukuki işlemlerini bu doğrultuda gerçekleştiren murisin inanç sözleşmesine icazet vermiş olduğu- Murisin inanç sözleşmesine icazet vermediğinin kabulü hâlinde, oldukça değerli ve kira gelirleri de yüksek olan taşınmazların çok uzun yıllar boyunca davacı şirket tarafından tasarruf edilmesine ses çıkarmamış olmasının hayatın olağan akışıyla bağdaştırılmasının da mümkün olmadığı- Bizzat muris tarafından açılan ferağa icbar davasının ilk oturumunda davacı şirket vekilinin davayı kabul etmesi ve bu davada verilen tescil kararının temyiz edilmeksizin kesinleştirilmiş olmasının inanç sözleşmesinin bir gereği olarak yapılmış olduğu, zira, inanç sözleşmesinde tarafların, sadece taşınmazlar hakkında satış vaadi sözleşmesi yapılması hususunda değil, ileride gerektiğinde tapuca kati olarak devirlerinin de sağlanması mümkün olmak üzere anlaşmış olduğu- İ. sözleşmelerinin kendine özgü sözleşmeler olması nedeniyle davacı şirketin o dava sırasında satış vaadi sözleşmesinin inançlı olarak yapıldığı yönünde bir savunma ile temlik işlemine karşı koymaması nedeniyle satış vaadi sözleşmesinin hukukiliğinin kesinleştiğinden söz edilemeyeceği gibi davacının eldeki davada ileri sürdüğü iddiaların da iyi niyet kurallarına aykırı olduğundan söz edilemeyeceği- "İ.lı işlemin belgesi olarak dosyaya sunulan adi belgenin düzenlendiği tarihte vekilin davalıların murisinin vekili olduğuna dair bir vekâletname bulunmadığı gibi nam ve hesabına inanç sözleşmesi yapılan murisin bu sözleşmeye sonradan icazet verdiğinin de kabul edilemeyeceği, böyle olunca anılan belgenin geçersiz olduğu, kaldı ki ferağa icbar davası sırasında davacı şirket vekilinin hiç bir çekince ileri sürmeksizin ve taşınmaz bedellerinin de tahsil edildiğini belirterek davayı kabul ettiği, tüm bu olgular bir arada değerlendirildiğinde eldeki davanın kanıtlanamadığı" şeklindeki görüşün ve " belgenin bir inanç sözleşmesi niteliğinde bulunmasına ve dosya kapsamındaki delillere göre kendi nam ve hesabına sözleşme yapılan murisin bu sözleşmeye icazet verdiğinin anlaşılmasına karşın, davalılar tarafından sözleşme altındaki imzanın vekile ait olmadığı iddia edildiğinden bu iddianın da araştırılması gerektiği" yönündeki görüşün (mahkeme huzurunda bizzat dinlenen vekilin davalılar murisinin verdiği yetkiye dayanarak inanç sözleşmesinin yapıldığını ve altındaki imzanın kendisine ait olduğunu beyan etmiş olması karşısında) HGK çoğunluğu tarafından kabul edilmediği-
Kendisine hiç bir ispat külfeti düşmeyen davalıların, bu konuda davacı tarafa gerekmediği halde yemin teklif etmeleri halinde, mahkemenin "ispat yükümlülüğünün kendilerinde olmadığını ve bu yükümlülüğü devralıp almayacaklarını" açıkça sorması, kabul ettikleri takdirde bunun tutanağa geçirildikten sonra yeminin eda ettirilmesi gerektiği- Kadastro tespiti sırasında düzenlenen tutanakta "çekişme konusu taşınmazın tarafların ortak murisi ..'dan geldiği, mirasçılarının iştirak halinde mülkiyet olarak zilyet ve tasarruf ettikleri" belirtildiğinden, "çekişme konusu taşınmazın diğer muris .. tarafından satın alındığını, o tarihten bu yana malik sıfatıyla diğer muris ... ve mirasçılarının zilyet ve tasarrufunda bulunduğunu, adına tespit yapılan davalıların davaya konu taşınmaz ile ilgilerinin bulunmadığını" iddia eden tarafın bu iddiasını kanıtlaması gerektiği- Davacıların dayandığı (07.03.1984 tarihli) "tarla alım-satım senedi" başlıklı senette satıcı olarak yer alan (1917) doğumlu kişinin 1973 yılında ölmüş olduğu, ayrıca bir kısım mahalli bilirkişi ve tanık beyanlarında "çekişme konusu taşınmazın muris ...'den davacı ve davalıların ortak murisine intikal ettiğinin" belirtildiği görüldüğünden, mahkemece yerel bilirkişi ve tanıkların tümü hazır olduğu halde taşınmaz başında yeniden keşif yapılması, yerel bilirkişi ve tanıklardan, senette satıcı olarak yer alan (1917) doğumlu kişinin 1973 yılında vefat ettiği ve senet tarihinin de 1984 olduğu nazara alınarak, taşınmazın kime ait olduğunun etraflıca sorulması, dinlenen yerel bilirkişi ve tanık beyanlarının çelişmesi aâlinde gerektiğinde yüzleştirme yapılmak suretiyle çelişkinin giderilmeye çalışılması gerektiği-
Havalenin, mevcut bir borcun ödenmesi amacıyla yapıldığı yolunda yasal karine bulunduğu, bu karinenin tersini ileri süren havalecinin bu iddiasını kanıtlaması gerektiği- Davacı vekili müvekkilinin fıstık çamı kozalağı alımına ilişkin şifahi anlaşma nedeniyle davalıya havale ile gönderilen para karşılığında malın teslim edilmemesi üzerine takip başlatıldığını, takibe haksız şekilde itiraz edildiğini ileri sürmüş, takip dosyasında borcun sebebi “... dekont nolu havale bedeli” olarak açıklanmış ve takibe eklenmiş olan bu havale evrakında ise havale nedenine ilişkin olarak “K.. Tarım R. D...” şeklindeki ibare dışında hiçbir açıklama yer almadığı anlaşılmış olup. davalı da bu havalenin kendisine olan borcun ödemesi için yapılmış olduğunu savunmuş olduğundan, davacı alacaklı şirket yetkilisinin talebi üzerine dava dışı banka tarafından sonradan eklenmiş olduğu anlaşılan ve borçlu tarafı ndan kabul görmeyen dekonta yapılan bu eklemenin yasal karineyi çürütmeye elverişli bir delil olarak değerlendirilemeyeceği- HMK’nın yürürlüğe girmesinden önce açılan davada “her türlü delil” demek suretiyle yemin deliline de dayanmış olduğunun kabul edilmesi gerektiği-