506 sayılı Kanunun -3917 sayılı Kanun ile değişik- 80/IV. maddesi uyarınca 6183 sayılı Kanun hükümlerine göre SSK tarafından takip konusu yapılan prim ve diğer alacaklarının tahsili sırasında doğan uyuşmazlıkların çözümünde -506 s. Kanunun değişik 80/VI. maddesi uyarınca alacaklı SSK müdürlüğünün bulunduğu yerdeki- iş mahkemelerinin görevli olduğu-
Gerek davacının (kendi alacağının) ve gerekse davalının alacağının esas ve miktarına ilişkin olmayan, «davalı alacaklı bankanın rehinli alacaklı olarak önceliği bulunmadığına» ilişkin itirazın sıraya yönelik itiraz niteliğinde sayılacağı-
İcra (ve iflâs) dairelerinin işlemlerine karşı yapılacak şikâyet ve itirazların, icra (ve iflâs) dairelerinin bağlı olduğu icra mahkemeleri (tetkik mercileri) tarafından inceleneceği, bu yetkinin kamu düzeni ile ilgili olduğu-
Sıra cetveline itiraz dilekçesinde «başka alacaklıların hem alacağının esas ve miktarına» ve hem de «sırasına» itiraz edilmesi halinde, uyuşmazlığın mahkemede çözümlenmesi gerekeceği-
«Kendi alacağının sıra cetveline alınmadığını» veya «noksan alındığını» bildirerek, sıra cetveline itiraz eden alacaklının, bu itirazını mahkemeye bildirmesi gerekeceği-
Kişisel hak niteliğindeki taşınmaz satış vaadi sözleşmesinden doğan hakkın, tapu kaydına işlemekle ayni etkinlik ve aleniyet kazanacağı, Tapu Kanununun 95. ve MK’nun 1009. maddeleri uyarınca beş yıl süre ile üçüncü kişilere karşı ileri sürülebileceğinden bu süre dolmadan alıcının dava açıp taşınmazını adına tescilini sağladıktan sonra, üçüncü kişiler tarafından taşınmazı satmayı vaad etmiş olan (önceki malikin) borcundan dolayı taşınmaz üzerine -satış vaadinin tapuya şerhinden sonra- konulmuş olan hacizlerin kaldırılmasını icra mahkemesinden isteyebileceği -Taşınmaz satış vaadi sözleşmesinin, tapuya şerh edilmiş olsa dahi, alıcı adına tescil işlemi gerçekleşmedikçe, mülkiyetin alıcıya geçmesini sağlamadığından, tapuda malik görünen satıcının borcundan dolayı taşınmazın tapu kaydına haciz konulmasını, taşınmaz satış vaadi sözleşmesinin önlemeyeceği–
«Davalı alacaklının alacağının gerçekte mevcut olmadığının» (muvazaalı olduğunun) ileri sürülmesi halinde, alacağın esasına yönelik bir itirazın varlığının kabulü gerekeceği-